Amerikan başkanlık seçimleri dünya siyaseti ve ekonomisi için hep belirleyici olmuştur. Genelde seçimlerden ya Cumhuriyetçiler, ya da Demokratlar galip çıkar, milimetrik farklarla. Özellikle 1920’ler itibariyle bu iki partinin ikiye iki, ya da ikiye bir dönem şeklinde, sanki belli bir akış dahilinde iktidar olduklarını söylemek mümkün. İki partinin ekonomi politika vizyonlarının da birbirine oldukça zıt profil çizdiğini bilmeyen yok gibidir. Yakın tarihte bu farkı en iyi gözlemleyebileceğimiz zaman aralığı kıyaslamasını soğuk savaş sonrasında Başkan Bill Clinton ve 2001 sonrası George W. Bush iktidar dönemleridir.
Demokratların sosyal refah, daha ağırlıklı ekonomi politikaların düzenlenmesine yönelik yaklaşımları Bush döneminde yerini çok daha güvenlikçi ve yayılmacı, askeri harcamaların önünün açık olduğu, hatta ordunun ekonomik meseleleri dahi çözebileceği bir yaklaşıma bırakır. Ancak unutmamak gereken tek bir detay, gerek güvenlik doktrinleriyle, gerekse ABD başkanlarının her basın açıklamasında netlikle ifade ettiği Amerikan halkının güvenlik önceliğidir. Bunun için dünyaya savaş da sunabilirler, barış da…
2009 yılında görevi devralan başkan Barak Hüseyin Obama, Bush’un bıraktığı yaraları sarmayı vadetmişti, Kahire’de yaptığı konuşmasında. Askerlerimizi oradan buradan çekeceğiz, savaş yok mesajı verdi. Amerikan ekonomisine yüklediği devasa maliyetten ve iç kamuoyunun bıkkınlığından ötürü askerler çekildi, yerini IHA’lar aldı. Ortadoğu’da halk hareketlerine destek geldi, Arap Baharı sonrasında bölge cinnet geçirdi. Adı konmuş savaş ortamı, yerini adı konmamış bir çatışma ortamına, kaosa bıraktı.
Özellikle Ortadoğu’da Amerikan yönetimlerinin belirleyici olduğu ortada. Bu nedenle 2016 Kasım’ında gerçekleşecek olan seçimler oldukça önemli. Demokratlar 2008 krizi sonrası ekonomilerini düzeltmeye çalışırken, sözde müdahaleci olmayan bir dış politika izlenmiyor. Obama özellikle İran’ın nükleer çalışmasının durdurulması hususunda kararlıydı ve başardı. Bunu giderayak imza attığı bir başarı öyküsü olarak görüyor. Ancak bugün Ortadoğu’daki çatışma ortamının baş aktörlerinden biri olan İran’ın ABD nezdindeki statüsü, cumhuriyetçilerin iktidar olması durumunda ne olacak, tahmin etmek güç değil. Bu ayki kapak konumuzda detaylı bir şekilde ele aldığımız Suudi Arabistan ve İran vekalet savaşının seyri de değişecektir. Zira dış politikada Cumhuriyetçilerin tavrı, flu demokratlara kıyasla daha saldırgan olsa da, çok daha net şekilleniyor.
Başkan adayları henüz netleşmedi. Önümüzde eyalet ön seçimleri bulunuyor. Mart ayının ikinci yarısında adayların fotoğrafları netleşecek. Demokratlardan Hillary Clinton kazanma olasılığı en yüksek aday gözükürken kişisel e.mail’i üzerinden yaptığı resmi yazışmalar, onlarca CIA istihbarat belgeleri Clinton’ın peşini bırakmıyor. Ayrıca eşi eski başkan Bill Clinton ile birlikte aldıkları bağışlar da büyük tartışma yaratıyor. 80 yaşındaki Vermont Senatörü Bernie Sanders, demokratların yükselen yıldızı ama maalesef yaş sorunu ile karşılaşacağa benziyor.
Cumhuriyetçiler tarafında New York’lu işadamı Donald Trump, her türlü saçmalamasına rağmen popülaritesinden bir şey kaybetmiyor ama Amerikan ve dünya kamuoyunu oyalamak konusunda iyi bir servis olduğunu söylemek mümkün. Cumhuriyetçilerin diğer önde olan adayı Evanjelist Ted Cruz için “Trump’ı mumla ararsınız, çok daha katıdır” deniliyor. Ancak birçok uzman Bush ailesinden birinin, muhtemel Jeb Bush’un, son anda öne çıkacağını da öngörüyor.
Adaylardan bize ne demeyin, zira dünya ekonomisindeki gidişatın da bölgemizde yaşanan belirsizliğin de belirleyicisi bu seçimler olacak. Türkiye çatışmaların, enerji koridorlarının, medeniyetlerin tam geçiş noktasında ve bu gerilime dayanabilen tek ülke oldu, öyle ya da böyle, istikrarla, güvenle. Ancak adı konmamış savaşın sıcağı dalga dalga vuruyor yüzümüze, terör olarak hem de. Her ne kadar Türkiye’de birçoğumuz kendimizi Obama yönetimine daha yakın hissetsek de cumhuriyetçilerin iktidara gelmesi bizim için bu flu resmin değişmesi anlamına gelebilir.