Hem Brexit hem de Katalonya’nın bağımsızlık krizi, kuruluşundan 60 yıl sonra AB’nin bazı konularda sınırlarını zorladığını ortaya koymuş oldu. Zira, yıllardır, Euro’yu ortak para birimi olarak benimseyen Avrupa’nın yapısının politik meşruiyetten yoksun olduğu hakkında bir şeyler söyleniyordu. Esasen, kıtada çıkabilecek başka bir savaşı önlemeyi amaçlayan AB projesinin kurucuları demokratik usuller ve pragmatizm arasında bir pazarlık yapmıştı. Hal böyle olunca, siyaseten meşruiyeti olmayan bir Avrupa toplumu projesini gerçekleştirerek seçilmiş bir Avrupa hükümetini kurma uğruna teknokratik bir yapı yaratma fikri makul karşılanabilir bir durumdu. Daha sonra, eski ulus devlet kurumlarının küreselleşmeyle birlikte kırılgan hale gelmesiyle birlik içindeki ülkeler farklı hayallerin peşinden koşmaya devam etti. Örneğin; İngiltere ve Fransa gibi AB üyelerinin hâlâ denizaşırı ülkelere yönelik bir dış politikası bulunuyordu. Almanya’nın da siyasi anlaşmanın lider ortağı olduğu göz önünde bulundurulduğunda, AB’nin temel bir dış politikadan yoksun olduğu ortaya çıktı. Berlin Euro kabul etme uğruna Alman Markı gibi güçlü bir para biriminden vazgeçtiği için Avrupa politikası Almanya’nın menfaatlerine uygun olacak şekilde kabul edildi. Ve bu durum sonunda siyasi çevreleri kıta Avrupası’nda her şeyin aynı tas aynı hamam olduğunu düşünmeye sevk etti.
Batılı ekonomi ve siyaset lobileri içindeki ikinci bir eğilim ise hızla küreselleşen dinamiklerle uyuşmayan eski parlamenter demokrasileri reforme etme arzusu idi. Zira, geleneksel demokrasi uygulamalarını son derece tehlikeli ve öngörülemeyen günler bekliyordu. Avrupalı siyasetçilerin anlayışını etkileyen üçüncü bir faktör ise, ikinci eğilimin devleti daha fazla güçlendirip eski ve köhnemiş sistemi canlandıracağı inancıydı. Bu durum bir bakıma İspanyol hükümeti ile Katalan Özerk Topluluğu arasındaki çatışmanın da nedenini açıklıyor. Zira, İspanyol hükümetinin Katalonya’nın bağımsızlık talebini güç kullanarak kırma kararı böyle bir “hayalden” etkilenmiş olabilir. Katalonya açısından bakıldığında ise, eski devletlerin özerk yapıların yerel çıkarlarına hiçbir avantaj sağlamadığı yönünde güçlü bir algı var. Zira, bu devletler küreselleşmiş bir ekonomiyle başa çıkamamakta ve çoğu zaman politikaları veya yasalarıyla özerk bölgelerde uluslararası ekonomik iyileşmeyi yavaşlatmaktadır. Siyasetçilerin zaafları ve yozlaşmaları sebebiyle az sayıda insanı bölgeler halinde yönetmek bile birkaç nedenden dolayı neredeyse hiçbir sonuç vermemiştir.
Devamı Derin Ekonomi Kasım 2017 sayısında …