Onlarca yıldır devam eden sayısız denemeye ve karşılaşılan sıkıntılara rağmen, Türkiye-AB ilişkilerinin geleceği her zaman gündemde kalan bir konu olmuştur. Aday ülke olan Türkiye’nin sürecin sonunda birliğe üye olabilmesi için AB ve üye devletlerin öngördükleri üyelik kriterlerini karşılaması gerektiğinden dolayı, süreç kesin bir çizgide değildir. Ancak, her iki taraf da sürece sadık kalmalı, üyelik kriterleri yerine getirilmeli ve onaylanmalıdır.
Aksi takdirde, ilişkiler her iki tarafın iç kararsızlıklarından ve uluslararası düzenin dinamizminden kolayca etkilenmeye devam edecektir. Diğer bir ifadeyle, sürecin üyelikle sonuçlanıp sonuçlanmayacağına bakılmaksızın, taraflar arasındaki bağlantıları güçlendirme talebi, her ikisinin de güvenliği, istikrarı ve refahı için temel unsur olmaya devam etmektedir.
Taraflardan birinin kamuoyunun diğeriyle ilgili olumsuz söylemlerine boyun eğmek iki taraf arasındaki yapıcı ivmenin sürdürülmesine hiçbir katkı sağlamayacaktır. Zira hem AB hem de Türkiye’deki ortam korkunç bir şekilde kutuplaştığı için, bir nebze sükûnet yeniden sağlanana kadar bu bulanık sularda yol almak zor olduğu kadar elzemdir de. Bu, yalnızca Türkiye’nin ve Avrupalı ortaklarının içinde bulundukları bağlamı anlama konusundaki ortak çabası ile başarılabilir.
AB içinde ise, Brüksel’in ırkların bütünleşmesini destekleyen kurumları ve ülkelerin başkentleri arasındaki uzun süredir devam eden çekişme, ikincisinden yana ilerliyor. Üye devletlerin bu şekilde yeniden güçlenmesi, elitleri ve içinde bulundukları siyasi bağlamı popülizmin ve/veya milliyetçiliğin bölücü güçlerine uyum sağlama veya taleplerine cevap verme konusunda daha savunmasız hale getirdiği için iki tarafı keskin bir kılıçtır.
Devamı Z Raporu Haziran 2019 sayısında…