İnkar edilemez şekilde iç karartıcı olan salgın, karantina ve sosyal izolasyon döneminde ve iş istikrarıyla ilgili endişelerin olduğu zorlu bir ekonomik ortamda, hayatımda ve hayata bakış açımda biraz pozitif olmaya ihtiyaç duyduğumu anladım. Her ne kadar ailemden öğrencilerime, meslektaşlarımdan daha önce iletişimimin koptuğu tanıdıklarıma ve arkadaşlarıma kadar dış dünyayla iletişim kurmama imkan sağlayan internete sürekli erişimim olduğu için her gün şükretsem de, böyle bir iletişimin etkisi uzun ömürlü olmuyor. Zira bir süre sonra gerçeklik, yeni normali kabullenmenin zorluğunu yeniden ortaya koyuyor.
Bununla birlikte, bu yeni ekosistemde bazen iyi şeyler de olabiliyor ve dünyanın gidişatı hakkında pek çok endişe olsa da, çoğumuz arasında farklı hareket etme noktasında daha büyük bir farkındalık oluştuğunu düşünmek istiyorum. Söz konusu farkındalık milliyet, ırk, renk, inanç veya cinsiyet gözetmeksizin, salgının kolektif varoluşsal krizi ile birlikte ekonominin geleceğine dair duyulan kolektif endişenin yarattığı ve gelişmekte olan bir toplumsal farkındalıktır. Temelden sarsılmış olan dünyamızı nasıl yeniden inşa edebiliriz? Bu, insanlığın kolektif savunmasızlığındaki “insanı” öne çıkarmak için bir fırsat olabilir mi?
Ortaya çıkmakta olan bu yeni toplumsal farkındalık ortamında (sivil toplum aktörleri, şirketler, akademi ve bölgesel ve yerel yönetimler gibi) farklı toplumsal aktörlerin tartışma ve/veya eylem yoluyla salgının getirdiği yeni normale katkı sağlamak için birbiriyle etkileşim halinde olup olmadığını araştırmak gerekiyor. Aslında, Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri, mevcut çerçevesi, eylemleri, hedefleri ve öncelikleri ile salgının hayatımızın bir parçası haline gelmesinden bu yana ortaya çıkan bazı tartışma ve eğilimleri pekiştirebilecek bir referans noktası sunmaktadır.
Devamı Z Raporu Haziran 2020 sayısında …