Bütün hareketlerin en temel gereksinimi enerjidir. Bu, dünya kurulduğundan bu yana değişmeyen bir gerçektir. Hareket, devinim, üretim, seyahat, ticaret ve diğer bütün süreçlerde en çok ihtiyaç duyduğumuz kaynak şüphesiz ki enerjidir. Öyle ki; günümüzde sanayileşmenin ve ilerlemenin temel ölçüsü de harcanan enerji tüketim miktarı olarak kabul ediliyor. Bunun içindir ki insanlık tarihi boyunca mücadelelerin büyüğü ve savaşların en acımasızı enerji kaynakları için verilmiştir.
Kimi zaman masumların kanının dökülmesine, kimi zaman da büyük katliam ve göçlere neden olan savaş, işgal ve katliamlar; su kaynakları, fosil/hidrokarbon rezervleri uğruna yapıldı. Bugün dünyanın bir kısmının lüks ve refah içinde yaşarken, geri kalanının açlık ve sefaletle boğuşması da bu insanlık dışı mücadelenin sonucu değil mi? Afrika insanının yüzyıllardır sefalet içinde yaşaması, Orta Doğunun yaklaşık iki yüzyıldır yaşananlar, emperyalist batının enerji kaynaklarını yağmalama hırsından kaynaklanmadı mı?
Bu tarihi perspektif bir yana sanayileşme süreçlerini tamamlayamamış ülkelerin yeterince gelişememesi de yeraltı enerji kaynaklarına bugüne kadar bir türlü erişememesidir. Çünkü enerji kaynaklarına ulaşma çabası, her ülkenin ‘Kızılelma’sıdır. Ayakları üzerinde durabilen bir perspektifle son yıllarda bu uğurda büyük uğraş veren Türkiye de, nihayet ‘Kızılelma’sını ulaştı. İşgal yapmayarak, kan dökmeyerek, insan canına kıymayarak bu muradına nail oldu. Kendi ekonomik münhasır sahasında yaptığı çalışmayla hem de petrole göre dünyamızı daha az kirleten bir enerji kaynağı doğal gaza kavuştu.
Devamı Z Raporu Eylül 2020 sayısında…