Bir yılı aşkın bir süredir bizimle olan salgın hayatımızı derinden etkiliyor. Bazı sabahlar İstanbul’da yaşadığım mahallede sık sık uğradığım kafelerden birine lattemi içmek için oturduğumda, işe, dışarıdaki işlerini halletmeye veya sevdiklerini görmeye giden sayısız insanın koronavirüse karşı bir önlem olarak taktıkları maskenin “normal” hale gelmiş olmasına hala şaşırıyorum. Kafedeki masalarda bulunan küçük şişelerdeki dezenfektanı her 10-15 dakikada bir kullanma ihtiyacı duyuyor, bu arada kahvemi içmediğim anlarda da maskemi takmayı ihmal etmiyorum. Sadece kediler, köpekler ve bebekler maske takmıyor.Bir yandan, kurallar olsun ya da olmasın, çoğumuzun hastalığı kapmamak ya da başkalarına bulaştırmamak için önlemimizi aldığımız gerçeğiyle teselli olurken, bir yandan da insanlığın uzun bir süredir devam eden hayatta kalma psikolojisi karşısında gittikçe artan ve sürekli hale gelen bir üzüntü duyuyorum.
Bu görüntülerin sadece İstanbul’a ya da Türkiye’ye özgü olmayıp, gezegenin her yerinde bir yaşam biçimi haline gelmiş olması üzüntümü daha da katlıyor. Şu ana kadar, dünya genelinde koronavirüs vaka sayısı 124 milyonu aşarken, 2,7 milyondan fazla insan da salgın nedeniyle hayatını kaybetti. Salgının üçüncü ve son olmasını umut ettiğim bu dalgasında yaşlı anne-babalarımız aşı olurken, umutlanmak, tebessüm etmek ve derin ve rahat bir nefes almak için aslında çok neden var. Ancak yine de kafa karışıklığı, tetikte olma hali ve duygusal boşluğun sebep olduğu keşmekeş, zihinlerimizi ve bakış açılarımızı etkilemeye devam ediyor. Aşı olup enfekte olma riskimiz en aza indiğinde bile, hala virüs taşıyıcısı olabileceğimiz ve kendimiz hasta olmasak bile başkalarına bulaştırabileceğimiz için maske takmamız gerekiyor.
Hakim olan olumsuz düşüncelere, pek çok devletin salgının yayılmasını engellemek için yürürlüğe koyduğu olağanüstü kararnameler ve önlemlerle birlikte yönetişimin “güvenlikleştirmesinin” ortaya çıkardığı zorluklar eşlik ediyor. Salgını yenmenin bir öncelik haline geldiği bir ortamda konuşma özgürlüğünü kontrol altına almak için gözetleme teknolojilerinin ve diğer araçların kullanımının artmasının, ülkelerin demokrasiyle yönetilip yönetilmediği fark etmeksizin, hukukun üstünlüğü ilkesi üzerinde doğrudan etkisi olduğu söylenebilir.
Devamı Z Raporu Nisan 2021 sayısında…