İnternet hayatımıza gireli yaklaşık 30 yıl oldu ve pek çok şey değişti. Peki bu değişimin ne kadarı bizim kontrolümüzde? Bireyler özne mi nesne mi? Reklam dünyası geleceği sosyal profilleme yolu ile bizim için mi çiziyor?
Sernur Yassıkaya
21. yüzyılın ilk 10 yılını geride bıraktık, ikinci 10 yılını da devrimek üzereyiz. İnternet hayatımıza gireli hepi topu 30 yıl oldu ve tüm alışkanlıklarımızı değiştirmeye çoktan başladı. Alışveriş, yaşam, kültür gibi alışkanlıklarımızın hepsi sırayla değişmeye yüz tutmuş durumda. Dünyada internete erişim oranı henüz yüzde 46’lar civarında. Bu oranın önemli kısmı gelişmiş Batı ülkelerinde ve 4.2 milyar insanın internete henüz ulaşımı bulunmuyor. İnsanlığın yarısının internete erişimi dahi yokken, şimdiden Endüstri 4.0 ve Nesnelerin İnterneti gibi, küresel bağlılığı ve bağımlılığı içeren kavramlar hayatımıza girmiş durumda.
Yapay zekanın sınırları zorladığı, big data, sosyal medya, mobil yaşam, giyilebilir teknoloji ve dijitalleşme ile her hareketimizin kaydedilebildiği ve / veya kaydedilmeye başlandığı bir çağdayız. Peki böylesi bir çağda hayatımız ne kadar bizim elimizde? Sınırsız bilgi ve kolaylığa ulaşabiliyoruz derken aslında şirketlerin, kurumların, devletlerin hatta kişilerin hayatımızı yönlendirmesine ve bizim için profil oluşturmasına olanak mı sağlıyoruz? Dijitalleşme ile medyanın bağımsızlaştığını sanırken aslında, reklam veren şirketlerin esiri mi oluyoruz? Evet, tüm bu sorular, harikalar diyarı olarak sunulan dijital çağ için kabus senaryoları yazmak anlamına geliyor. ABD’li iletişim profesörü Joseph Turow, “İzleniyoruz” başlıklı kitabı ile tam da bu senaryoyu çiziyor. Turow’a göre yeni reklam sektörü, elindeki araçlar ile medyayı, kimliklerimizi ve değerlerimizi yönetmek için her yolu kullanıyor.
Devamı Derin Ekonomi Dergisi Mayıs sayısında…