İletişim hakkında düşünüp taşınan, konuşan yazan hemen herkesin üzerinde mutabık olduğu temel bir kural vardır: Mesajınızın karşı tarafa geçmesini ve gerçek bir etki yaratmasını arzuluyorsanız, her şeyden önce samimi olmalı, ondan sonra da bu samimiyeti muhatabınıza da yansıtabilmelisiniz.
Aşkın Baysal
Bu ve benzeri ‘doğru’ları pek çok uzman, pek çok işi bilen söyleyip durur ancak basit gibi görünen bu kuralın pratiğe yansıdığına sık sık değil, nadiren şahit oluruz. Özellikle de kişiler arası iletişimin ötesine geçip marka iletişimi, siyasi iletişim gibi daha karmaşık ve daha organize iletişim türlerinin söz konusu olduğu bağlamlara vardığımızda, samimiyetin zerresini ara ki bulasın. Geçtiğimiz ay yaşadığımız ve birazcık vicdanı olan herkesi tek kelimeyle ürperten Yeni Zelanda terör saldırısından sonra, ülkenin hem liderinde hem de sıradan vatandaşlarında şahit olduğumuz sahici ve candan tavır, bizi insanoğlunun geleceği hakkında hepten karamsarlığa gömülmekten kurtarmakla kalmadı, samimi bir ilgi ve iletişimin dünyanın dört bir tarafındaki insanların kalbinde nasıl güçlü bir yankı uyandırabileceği konusunda da eşsiz bir örnek sunmuş oldu.
EZBERLERİ BOZAN BİR DURUŞ
Bu menfur ve menhus hadise haber kaynaklarına yansır yansımaz birçokları hemen kendilerinden beklenenleri harfiyen yerine getirmek üzere her zamanki konforlu pozisyonlarını aldılar: Onlara göre saldırının arkasında bir bütün olarak Batı medeniyeti vardı ve bu uğursuzlar o caniye terörist bile demeyeceklerdi. Konforlu pozisyonlarından ezbere konuşanların aklındaki manzarada, dost ve düşmandan, onlar ve bizlerden başka kimse olmadığı ve ‘karşı tarafta’ liderlik mevkiinde bulunan herkesten Trump’vari çıkışlar bekledikleri için, başka türlüsü olamazdı. Ancak bekledikleri olmadı. Yeni Zelanda’nın müşfik ve bilge lideri (bu sıfatları ve çok daha fazlasını hak ediyor kesinlikle) Başbakan Jacinda Ardern, daha yaptığı ilk açıklamada yapılan vahşeti ‘terör’, katili de ‘terörist’ olarak niteledi. Bununla da yetinmedi, başta saldırının kurbanlarının yakınları olmak üzere ülkesindeki İslam topluluğuna kucaklayıcı tavır ve sözlerle sahip çıktı, acılarını hafifletmek üzere elinden gelen her şeyi yaptı. Olaydan sonra Başbakan’ın hüzün çökmüş yüzüne bir an bakmak bile, fikir ve hislerinin samimiyeti konusunda tek bir şüphe bırakmıyordu.
Devamı Derin Ekonomi Dergisi Nisan 2019 sayısında…