SİYASİ İLETİŞİM TEK BAŞINA SEÇİM KAZANDIRIR MI?

Aşkın Baysal

Türk reklamcılığının usta isimlerinden ve aynı zamanda Türkiye’de siyasi iletişimin öncülerinden Ersin Salman, seçim kampanyaları için kendisinden destek isteyen siyasi parti ve liderlere, “Üçüncülüğünüzü garanti ediyorum” diyerek kapıyı açarmış. Bu aslında, siyasi iletişimle ilgili temel bir gerçeğin veciz ifadesinden başka bir şey değil: Dünyanın en iyi reklamlarını da yapsanız, zamanı gelmemiş ya da çoktan geçmiş bir siyasi fikri, toplumun benimsemediği bir siyasi lideri ‘satamazsınız.’ Diğer yandan ortada zamanın ruhunu yakalamış bir siyasi fikir, duruşu ve geçmişiyle bu fikri taşıyabilecek güçlü bir lider varsa, siyasi iletişimle büyük işler de başarabilirsiniz. 31 Mart seçim sürecinde yürütülen kampanyaları ve alınan sonuçları bu açıdan değerlendirmeye aldığımızda, üzerinde önemle durulması gereken çok ilginç donelerle karşılaşıyoruz. Sözgelimi Saadet Partisi özellikle iktidarda bulunan Ak Parti’yi doğrudan hedefe koyan enerjik siyasi söylemini, yaratıcı düzeyi epey yüksek bir iletişim kampanyasıyla destekledi ve bu kampanya epey etki de yarattı ancak 31 Mart sonuçları itibariyle bu kampanyanın sonuçlara pek yansımadığını söyleyebiliriz. Parti, seçimde 9 ilçede kazanabildi, il genel meclisi oylarında ise Türkiye çapında yüzde 2,7’lik bir oranda kaldı. Diğer yandan seçimin başarılı partilerinden biri sayabileceğimiz CHP’nin kampanyası ise yaratıcı açıdan epey sıradan sayılır. Sakin bir tonda yürütülen, ‘kendi tabanını konsolide etmeye çalışırken rakibinin tabanını ürkütmeme’ gibi basit ama güçlü bir stratejiye dayanan bu kampanyadan geriye ‘Martın sonu bahar’ dışında yaratıcılık açısından kayda değer bir tortu kalmayacak muhtemelen. Buna rağmen, özellikle büyükşehirlerde elde edilen başarı dikkate alındığında kampanyanın işe yaradığı apaçık ortada. Ak Parti’nin iletişim cephesine bakıldığında ise, yürütülen kampanya ile ilgili en büyük sorunun ‘soyutluk’ olduğunu tespit etmek gerekiyor. Adayların ve somut projelerin ön planda olması gereken belediye seçimlerinde ‘aşk’ ve ‘gönül’ gibi temalar üzerinden ilerlemek, pek doğru bir tercih olmasa gerek. Partinin yüzde 44’lük bir oy oranıyla birinci olmasını ise, bu kampanyadan ziyade tabanın büyük kısmının her şeye ragmen partisinden vazgeçmemesine bağlamak daha isabetli olur. Söz konusu İletişim kampanyasının genel olarak parti çevresinin ve lider Recep Tayyip Erdoğan’ın ağırlık verdiği beka söylemiyle ‘ilişkisizliği’ de, bu sonucun ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir muhtemelen. Ak Parti’nin iletişim işlerinin Erol Olçok tarafından yönetildiği dönemlerde reklam ve lider dili arasında çok daha güçlü bir bağ, bu bağın ardında ise zamanın ruhu ve ülkenin o zamanki gerçeklerini dikkate alan sağlam bir strateji bulunurdu oysa.

BAŞARININ BASİT AMA ZOR FORMÜLÜ

Siyasi iletişimde ‘kazandıran formül’ gayet basittir aslında: Doğru zamanda, doğru lider için yapılmış, doğru kampanya… Siyasi iletişim tarihindeki istisnasız tüm başarı hikayeleri bu formülü tekrar ediyor. Bu formülün Türkiye’deki en başarılı ve ikonik örneği ise, Demokrat Parti’yi 1950 seçimlerinde iktidara taşıyan meşhur ‘Yeter! Söz milletindir!’ sloganı olsa gerek. Bu basit ama hayata geçirilmesi zor formülün nasıl işlediğini ve ne gibi sonuçlar yarattığını daha somut bir şekilde ortaya koymak üzere, dünyanın gelmiş geçmiş en başarılı siyasi iletişim kampanyalarına bir kez daha dönüp bakalım. Zamanı gelmiş güçlü bir iddiayı taşıyan doğru bir liderin, bazen tek bir reklamla bile dünyayı nasıl değiştirebildiğini görelim.

Devamı Derin Ekonomi Dergisi Mayıs 2019 sayısında…

Dikkat çekenler...