ABD Başkanı Donald Trump’ın ülkesinin Paris İklim Sözleşmesinden çekileceğini açıklaması, 1920’de o zamanki ABD Başkanı Woodrow Wilson’ın bizzat öncülük ettiği ama ‘egemenliğimize zarar verir’ gerekçesiyle Amerikan Senatosu tarafından reddedilen Millet Cemiyeti üyeliğini hatırlatıyor. Trump’ın aldığı bu şoke edici karar biri iyimser, öteki kötümser iki yeni senaryoyu gündeme getirebilir
Prof. Dr. Süha Atatüre
Nişantaşı Üniversitesi Öğretim Üyesi
1490’lardan günümüze dünyamızın, bir aşamadan diğerine geçer şekilde üç kez yayılmış, genişlemiş olduğuna tanık olduk. 1490’larda başlayan birinci genişlemenin itici gücü merkantilizm, zenginliğin derecesi hazinelerdeki altın miktarı, ülkelerin ele geçirilme yöntemi ise misyonerlikle ikna olunmazsa zorla işgal şekline bürünen sömürgecilikti. Portekiz ve özellikle
İspanya’nın önde geldiği bu dönem, arkasında büyük acılar ve yok edişler bırakarak yerini 1850’lerde başlayan ikinci genişlemeye, emperyalizme bıraktı.
Emperyalizmin itici gücü olan buhar teknolojisi, buharlı gemilerin ve demiryollarının gelişmesini sağlarken, bunların kullanılması da sanayi devrimini yarattı. Emperyalist ülkeler ve bunların başında gelen özellikle İngiltere, sanayinin gereksinimi olan hammaddeyi kontrol ettiği ülkelerden sağladı, ardından işleyerek pahalıya sattı. Bu sömürü mekanizmasının haklılığını ise, kontrol ettiği ülkenin uygarlaştırılmasının beyaz adamın boynunun borcu olduğuna bağladı. Görece kısa süren emperyalist dönem yerini, gücünü 1970’lerden itibaren yaşamımızı saran teknolojik gelişmelerden ve özellikle bilişim teknolojilerinden alan küreselleşmeye bıraktı. Küreselleşme ve küreselcilerin sorunu, açık pazar ekonomileri oluşturmak, bu yeni liberal ekonomik modele diğer ülkelerin de katılımını zorlamak oldu. Böylece demokrasi tüm ülkelere yayılacaktı. Ekonomik modelin ve demokrasinin bütün ülkelere yarar sağlayacağı da küreselcilerin ikna yöntemi
oldu. Globalizm, tartışmalar içinde de olsa halen hükmünü sürdürüyor.
İKİ BÜYÜK DEĞİŞİM
Dünyanın bu üç yayılma döneminden ikincisi, sanayi çağını yaratırken dünyada genel olarak iki temel değişim oluştu. Bunlardan ilki sosyo-politik kanalda modernleşme, diğeri ise
insanın doğaya karşı üstünlüğünü keşfetmesi oldu. İşte, sanayi çağında insanın kendini doğayı dize getiren bir güç olarak görmesi ve doğaya meydan okuması üzerine yaptıkları nedeniyle,
bugün canlıların doğal yaşam kaynaklarının tükenmek üzere olduğunu görüyoruz. Bugün iklim değişikliği, Kyoto Sözleşmesi ya da Paris Sözleşmesinden söz ediyorsak bunun nedeni ikinci yayılmanın hatalarıdır. Sanayi çağının, dolayısıyla doğal kaynakların yok edilişinin başlangıcını 1750’lere kadar götürmek mümkündür. Nitekim İskoç tarihçi ve filozof David Hume (1711-1776) hava sıcaklığının artması ile ormanların tahrip olması arasında yaptığı gözlemlerle bu konuyu dile getirmiş, daha sonra da farklı doğa bilimcileri tarafından benzer araştırma raporları kaleme alınmıştır. Bununla birlikte ilk resmi adımlar, 1970 ve 1972 yıllarında Stockholm’de, İnsan ve Çevresi Konferansı adıyla yapılan toplantılarla atılmıştır. Bu toplantılarda iklim değişikliğinden çok hava kirliliğine, kaynakların kıtlığına ve varlıkların korunmasına dikkat çekilmiş ve her on yılda bir durumun gözlenerek kararlar alınması konusunda görüş birliğine varılmıştır.
Bundan sonra Birleşmiş Milletler’in 1979 yılında başlattığı BM Çevre Programı (UN Environment Programme – UNEP) ve Dünya Meteoroloji Örgütü’nün organize ettiği Dünya İklim Konferansı önemli adımlar olarak kayıtlara geçmiştir. 1992 yılında Rio’da yapılan ve Dünya liderlerinin katıldığı BM Konferansında ana konu iklim değişikliği olmuş, buna ilişkin bir uluslararası
politika üretilmiş, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) adlı bu program onaylandığında ise bu ciddi adım, 1994 Rio Sözleşmesi olarak anılmıştır. Bundan sonraki çalışma toplantıları ‘Taraflar Konferansı’ (Conference of the Parties [COP]) şeklinde anılmakta, yani BMİDÇS’ne taraf olan devletler her yıl görüşerek iklim değişikliği konusunda atılacak adımları tartışmaktadırlar. Bunlar Berlin 1995, Cenevre 1997, Kyoto 1997 (Kyoto Sözleşmesi), Buenos Aires 1998, Bonn 1999, The Hague 2000, Marakeş 2001, New Delhi 2002, Milano 2003, Buenos Aires
2004, Montreal 2005, Nairobi 2006, Bali 2007, Poznan 2008, Kopenhag 2009, Cancun 2010, Durban 2011, Doha 2012, Marakeş 2016 ve 2016 Paris toplantıları şeklinde özetlenebilir. Bu toplantılar ve süreçte alınan uygulamaya konmaya çalışılan kararları Paris Sözleşmesi üzerinden özetlemek mümkündür. Çünkü 1994 Rio Yeryüzü Zirvesinden 1997 Kyoto Sözleşmesi’ne,
son olarak 2016’daki Paris Zirvesine kadar yapılan yüze yakın toplantı sonunda, Paris Sözleşmesi varılan son nokta olmaktadır. Paris Sözleşmesinin uygulanma düzeyi 1970’lerde başlayan önemli bu küresel hareketin geleceğini belirleyecektir.
Devamı Derin Ekonomi Dergisi Temmuz 2017 sayısında….