Doğduğu toprakları geride bırakarak yeni bir yaşam kurmak için yola düşen mültecilerin sayısı arttıkça, beyazperde bu kişilerin hikâyelerini daha fazla aktarmaya başladı. Ancak burada önemli olan sinemanın mülteci hikâyelerini nasıl yansıttığı. Bu konuda genel eğilim mülteciler ve mülteciliğin sinemada bir sorun olarak işlenmesi. Uzmanlar sığınılan ülkede mültecilerin zor yaşam koşulları ve karşılaştıkları muameleye eleştirel yaklaşan yönetmenlerin varlığı kadar, Batı toplumunu bir kurtarıcı olarak gören yönetmenlerin de olduğunu belirtiyor.
Özlem Has
Vatan toprağını bırakıp gitmek her ne sebeple olursa olsun zor. Çünkü insanın en büyük gayesi bir yere ait olmak ve bu en çok da doğduğumuz topraklarda mümkün. Her ne kadar “doğduğumuz yer değil doyduğumuz yerdir vatan” düşüncesi ekonomik koşullardan dolayı bize daha doğru gelmeye başlasa da neredeyse hiç kimse ailesinin yaşadığı toprakları bırakıp gitmek istemez. Fakat ya mecbur bırakılırsak? Ekonomik veya eğitim amaçlı bir mecburiyetten bahsetmiyoruz.. Ya o çok sevdiğimiz topraklarda kendimizi ve ailemizi bir savaşın ortasında bulup yaşayamaz hale gelirsek?! İşte bu nokta da “mülteci” olmak bir seçenek değil mecburiyet oluyor. Bizler bu mecburiyetin dışarıdan tanıklarıyız. Haberlerde gördüğümüz mülteci hikayeleri kadar sinemada tekrar hayat bulan hikayeler de bizi olumlu veya olumsuz yönde etkiliyor. Peki beyazperde mülteci hikayelerini doğru yansıtıyor mu? Filmler, politik, ekonomik veya sosyolojik olarak ne kadar gerçekçi ve yönetmenler, senaristler bulundukları coğrafyadan ne kadar bağımsız eserler ortaya koyuyor?!
Devamı Derin Ekonomi Mart sayısında…