Nedret Ersanel
Dünyanın en büyük otomotiv üreticisi, daha doğrusu özellikle iki diğer küresel marka (Toyota ve General Motors) ile alışıldık tarif ile kıyasıya ama aslında ölümcül rekabet içinde bulunan Volkswagen, geçtiğimiz eylül ayının ortalarında (tam olarak 18 Eylül’de) patlayan bir skandalla birlikte “batmaya” başladı. Batma tabirini kullanmamızın sebebi “ekonomik bir felaketi” tasvir etmek değil aslında. Daha çok yüzme bilmeyen birinin onu kurtarması gerekenleri de kendisiyle birlikte dibe çekmesi ki, bu olayda dibe sürükleneceklerin potansiyel listesi bu dergi sayfalarını aşar. Sadece ilk iki sıra Almanya ve bağlı olarak Avrupa Birliği bile krizin ne denli tehlikeli olduğunun göstergesi. Yani; şakası yok. İlk gün ortaya atılan rakamlar, yani 20-22 Eylül civarı çıkarılan muhtemel fatura, 482 bin araç ve 18 milyar dolarlık cezaydı. Bu başlangıç “bedeli”nin bugün için çekirdek parası olması ihtimali bulunuyor. Zaten daha ilk 48 saat içinde Frankfurt Borsası’nda hisselerin değer kaybı, 17 milyar dolara erişmişti. (Bu aşamada kamuoyuna söylenenler içinde kontrolden geçmemiş tam 11 milyon araç olduğu bilgisi yoktu.) Günlük gazetelerin sayfa sayfa ve TV haberlerinin dakikalarca anlattıklarını tekrarlamayalım ama işin özü şu; Volkswagen, bazı dizel araçlarında çevre kirliliği sınırlarını çaktırmadan aşan bir üç kağıt yazılımı kullanmıştı. İşin özü buydu ve çok büyük ihtimal bu tezgah şirket yönetimi hatta çalışanları tarafından biliniyordu. Hatta bizzat Berlin yönetimi tarafından da bilindiği, görmeleri gerekene başlarını çevirdiği iddia ediliyordu. Hasılı, bu kaba tariften de anlaşılacağı üzere Almanya ve çok çok daha önemlisi, prestiji/güvenirliği ayaklar altındaydı.
Almanya: hayati mesele!
Skandalın nasıl, nereden duyulduğu en açık bilgi; ABD Çevre Koruma Dairesi’nin (EPA) yine basitçe açıkladığı şuydu; “Bu araçların egzozlarından çıkan zararlı/kirli madde miktarı normalin 40 katı.” Sadece bu ifade dahi, küresel duyarlılıklar noktasında standart koymakta büyük bir kibir ve kendine güven besleyen Avrupa ve Almanya için yeterince aşağılayıcı ama asıl tokat bir sonraki açıklamada gelmişti; bu çevreye ve insana zararlı maddelerin ölçümünü manipüle eden bir bilgisayar programı üretilmişti. Sözün bittiği yer burasıydı ama daha konuşulacak başka konular vardı! Ve o konuların ilk cümlesini yine 21 Eylül’de-Almanya Ekonomi Bakanı Gabriel kurdu; “Ülke için hayati öneme sahip bir sanayi hakkında konuşuyoruz!” Berlin hükümetinin hacmi ve yarattığı maddi zarar ne denli büyük olursa olsun şeklen adi dolandırıcılık biçimindeki skandaldan haberi olup-olmadığı yolundaki tartışma hâlâ devam ediyor. Ancak hayatın akışına uygun düşünce, olduğu yönünde; Almanya Çevre Koruma yetkililerine göre, “yıllardan beri bir tane araç bile kontrol edilmemişti.” Bu itiraz Almanya gibi her şeyin kitaba uygun yapıldığı bir ülkede, böyle bir körlüğün kitaba nasıl uydurulduğu konusunun iyice araştırılmasını gerektiriyor. Çünkü belli ki bu, “organize işler” sınıfına girmiş bir operasyon ve yerel de değil!
Coca-Cola demokrasi ise VW ne?
Charles de Gaulle liderliğindeki Fransa Coca-Cola’yı engellemeye çalıştığında Washington, “Cola demokrasidir” demişti! Hem aba altından sopa göstermiş hem de ekonominin kurallarını ve büyük oyuncuların önemini anımsatmıştı. Volkswagen skandalında da Almanya hükümeti gelen felaketi hemen anladı, en uygun formül ve küresel kamuoyunu ikna edebilecek-maliyeti tamamen önemsiz-rehabilitasyon çalışmalarına başladı. VW’i de gereken her şeyi yapmasa noktasında “ikna etti”. Belli ki bu faturanın ödenmesi için bir kaç kelle de hukukun önüne konacak. Ancak… Mesele artık VW değil. “Made in Germany”! Çünkü VW, otomotiv sanayini, takiben Alman, AB alt ve yan sanayilerini, nihayetinde Almanya’nın itibarını, disiplin, hatasızlık, mühendislik, hesaplılılık, güvenirlik sütunları üzerine kurulu German pazarının çökertiyor! Bir çok küresel yorumcunun söylediği “ayrıntı”; “bu bir saldırı ise, hedef gerçekten VW mi? Almanya’nın Avrupa’daki geleneksel rakipleri açısından da durum iyi mi kötü sonradan belli olacak ama şu anda örneğin Fransa’da araçlarla ilgili soruşturma açmış durumda. VW ve Almanya o denli boş bulunmuş halde ki skandalın çerçevesi kendilerini kurtarmaya izin vermeyecek denli sıkı bir kurt kapanına benziyor. Firmaya yönelecek hukuki atağın zemini “çevre” olduğundan avukat olarak da 2010 yılında büyük bir çevre felaketine yol açan BP’yi savunan firma seçilmiş durumda. (Tabii bu aşamadan hemen evvel VW’nin CEO’su Martin Winkerton’un istifa ettiğini söylemeye gerek var. Çünkü bu savunmanın bir parçası olduğu gibi siyasetten gelen baskının da bir sonucu.)
İç dengeler
VW’in başına gelenler konusunda somut bilgilere dayanan da çok veri mevcut, şaşırtıcı komplo teorilerine yaslanan ve yine, “olur mu olur” dedirtenler de. Bunların içinde “aile” içi çekişme ve rekabete dayanan değerlendirmeler ise nadir. Oysa önemli! Geçtiğimiz nisan ayında VW’nin büyük hissedarları arasında çok ciddi kavgaların/kopmaların olduğu büyük sır değil. Yine de daha garip olan, grubun küresel çap ve organizasyonuna rağmen aslında hâlâ “aile şirketi” olması. Bu aile ağacının dallarını ve bağlarını tek tek anlatarak işi iyice karıştırmanın anlamı yok. Bilinmesi gereken; kurucu babadan günümüze kadar kardeşler, çocuklar, gelinler (!), torun ve kuzenlerden oluşan bir “ağın/şebekenin” yönetime hakim olmak için meydan savaşları vermesi. (İş hayli karışık, büyük ortaklardan birinin eskiden sekreteri olan eşinin yönetimde yer almak istemesinden doğan çatışma dahil. İstifa eden CEO da zaten aile içi bir kliğin zaferiyle görevdeydi. Yani ailenin karşı kanadı tarafından istenmiyordu.) Nisan ayının bir özelliği de, yukarıda bahsettiğimiz, araçların emisyonlarını ölçmek için kullanılan yazılımlarla ilgili. Bu dönemde VW müşterilerine mealen, “araçlarınızı nisan ayında getirin, yazılımları değişecek” diye bildirimde bulunmuş. Bu da sorunun bilindiğine ilişkin en resmi delili oluşturuyor. Ek olarak, VW hissedarlarının aynı zamanda Almanya diğer kalıplı kimi şirketlerinin sahipleri ve/veya ortakları olduğu da unutulmamalı. Yani kriz bu firmalara da kolaylıkla sirayet edebilir ve bu da ortakları korkuttuğundan VW’ye ilgileri daha da azalabilir. Buradan da nihai soruya ulaşabiliriz; VW batamayacak kadar büyük mü, Almanya onu koruyacak mı? Çünkü BP ağır biçimde çevreyi zehirlediğinde, AB ve İngiltere bu ünlü firmayı korumuştu. BP, 7 milyar dolar vergi veriyordu ve küresel bir markaydı. Aynı çapta olmamakla beraber 2007 yılında yaşanan Siemens vakası da (1
milyar 600 milyon dolarlık rüşvet ağı ortaya çıkarılmıştı) benzerdi ama Siemens durumu kendisi açıklamıştı. Yani yalan söylememişti. VW’de ise sorunun bir kısmı bu.
Dizel iklim zirvesi
Manidar zamanlama denir mi bilinmez, VW skandalının geldiği adreste buluştuğu yerlerden birisi de, kasım ayı sonunda Paris’te gerçekleşecek olan, “Birleşmiş Milletler Küresel İklim Zirvesi”. Bu zirvenin ana konusunun “dizel” dosyası olacağına ilişkin hayli bilgi depolanmış durumda. Hatta VW krizi ve bu zirveyle beraber, otomotivden petrol sektörüne kadar geniş bir ekonomik bandın dönüm noktası olduğuna ilişkin kanaat tam görünüyor. Bu olaydan sonra dizel araçların maliyeti/fiyatı normal olarak artacak. Bu çok açık ve gelecekleri de tartışılır hale gelecek, hatta geldi bile.
Bu kırılma noktasından sonra Zirve’nin ve burada alınacak müstakbel kararların önemi ile VW krizi arasındaki bağlardan biri, en çok merak edilen bir soruya yanıt verebilir?
VW böyle bir şeyi neden yaptı?
Çünkü her şey yolunda giderken böyle bir çılgınlığın anlamı neydi? Ya da her şey yolunda gitmiyordu! İlk madde global ve vahşi rekabet demiştik, o cepte. İkincisi, Obama’nın 2008 yılında Beyaz Saray’a gelmesi. Çünkü o tarihten itibaren Amerika çok sıkı ve duyarlı çevre kanunları çıkardı, takip etti. ABD ile Avrupa’nın bu konudaki kıstasları farklıydı ve iş daha da sıkılaşınca rekabet kıskacı içindeki otomotiv firmaları sıkışmaya başladı. Zaten skandalın yaşandığı 2009-2015 tarihleri tam bu dönemi izah ediyor. Peki yine da bunu yapmaya değer miydi? Görünen o ki zamanın VW yönetimi buna değeceğini, hem firma içi hem küresel çekişmelerin aksini yapmaya, “doğru davranmaya” izin vermeyeceğine inanmış. Aile için entrikaların niteliği de bu skandalın özellikle beslendiğine inanmak için kafi. Ve artık bunun üzerine konuşmanın bir anlamı yok.
Neden şimdi?
Bu da ikinci kritik soru. Çünkü şimdi anlaşılıyor ki, VW’deki teknisyenlerden ABD’de emisyonları ölçen akademisyenlere, Almanya’daki çevrecilerden kimi siyasilere kadar geniş bir kesimin üç maymunu oynadıkları anlaşılıyor. Daha önce duyulmamış olması mümkün değil. Belli ki işin büyüklüğü herkesi sindirmiş. Ta ki.. ABD elindeki malzemeyi kullanmaya karar verene kadar. Tabii bu karar da “neden şimdi” sorusunu hallediyor. “Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı” (TTIP), Avrupa Birliği ile ABD arasındaki ekonomik ilişkilerin gelecek kulvarını oluşturuyor. Bu kritik bir konu ve ana başlıklarından otomativ sanayi. Böylece Amerika kendi sanayini korumuş, daha diplomatik dille Avrupa ile uyumlulaştırmış oluyor. Baskın AB standartlarının da sonu oluyor. Politik bir boyutu olduğundan da bahsetmek şart; ABD ile Almanya arasında son zamanlarda gelişmiş fazlaca stratejik kırgınlık bulunuyor. Ukrayna krizi, daha doğrusu burada Almanya’nın zaman zaman Rusya’ya kayması, dinleme skandalları, hatta Suriye krizi ve bunun AB’ye etkileri ile uzun zamandır devam eden, iki ülke arasındaki “sanayi casusluğu rekabeti” de önemli. İster politik daha çok ekonomik açılımları zorlandığında işin ucunu Çin’e bile dayandırmak mümkün. Çin’de dizel hiç yok çünkü. Onun için ilk sözü son söze bağlamak en iyisi. Bir dönüm noktası bu…