Sanayiden yoksun, enerji tüketimine aşırı ihtiyaç duymayan Ortadoğu ve Kuzey Afrika gibi bölgeler, kolaylıkla ellerindeki kaynakları küçük tüketim ürünleri karşılığında heba ediyorlar.
Prof. Dr. Zekeriya Kurşun, ORDAF
Tarihçisi, siyasetçisi, ekonomisti, vatandaşı… Herkes Ortadoğu’yu konuşuyor ancak bugün Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yaşananları tarihten bağımsız düşünmek imkansız. Gözlemlediklerimizin tarihi sürecin sonuçları olduğu gerçeğinden hareketle, tarihi anlamak veya hatırlamak sorunları anlamada önemli bir araç.
Modern dünyayı şekillendiren I. Dünya Savaşı’nı bir asır geride bıraktık. Aynı şekilde paylaşımın yeniden masaya yatırıldığı ve dünyayı kutuplara bölen II. Dünya Savaşından sonra da üççeyrek asır geçti. Buna rağmen hala o günlerin düzenlemeleri ve egemen güçlerin Ortadoğu başta olmak üzere, mağdur uluslara yaptıkları zorba dayatmaları ile oluşan dünya yeniden bir hesaplaşma eşiğinde.
Doğal olarak herkes tarihi yeniden okumaya veya baktığı yerden yeniden yorumlamaya başlıyor. Sebepler ve sonuçlar sayılırken bölgesel bakışlar, ulus, etnik kimlik, dini mensubiyet ve hatta mezhebi bakışlar öne çıkıyor. Oysa değişmeyen bir gerçek var ki o da Batı’nın paylaşım probleminin hâlâ devam ediyor olması. Maddi güç ve unsurlar üzerine kurulu Batı uygarlığı tabii olarak çekişmelerini de bu nesnel gerçeklik üzerine bina etmiş, fakat bir taktik olarak da tartışmanın yönünü farklı mecralara taşıyarak mağdur unsurların gereksiz tartışmalar içinde zaman kaybetmelerine ve öznel yargılamalar ile birbirlerine girmelerine kapı aralamıştır.
SYKES-PICOT SEBEP Mİ SONUÇ MU
Birinci Dünya Savaşı bir ‘Avrupa Savaşı’ idi ve esasında 19. yüzyılın son çeyreğinde Avrupa’da yükselen güçlerin rekabetinin bir sonucuydu. Fakat bunun acı sonuçlarını o günkü Osmanlı toprakları, bugünkü Ortadoğu ve Kuzey Afrika yaşadı. Bu coğrafyaya şemsiye olan güç dağılmış, sert havalardan etkilense de istikrar şemsiyesi olan yapı ortadan kalkarak bugün gözlemlediğimiz uluslar, etnik kimlikler, hatta kabileler, aşiretler; dini ve mezhebi çatışmalar ortaya çıkmıştır.
Bu görüntü tartışılırken, çoğu kere bir kısım takıntılar ile kısır döngü içinde hep aynı anlatımlar, aynı suçlamalar veya aynı sebepler sayılarak gerçeklerden uzaklaşılıyor.
Örneğin 100. yılında olduğumuz ve I. Dünya Savaşı içinde gerçekleşen bir prensip ittifakı olan Sykes-Picot anlaşması temel sorun olarak zikrediliyor. Teknik olarak ve uluslararası teamüller bakımından bir anlaşma bile sayılmayan bu niyet ve teklifin, yani I. Dünya Savaşı sonunda İngiliz ve Fransızların nüfuz ya da muhtemel manda alanlarının iki ülkenin dışişleri bakanları tarafından belirlenme girişimi hâlâ sorunların esası olduğu argümanı ortada dolaşıyor. Burada bu anlaşmanın önemsiz olduğundan veya sonuçlarının olmadığından söz etmiyorum. Bilakis bunun sebep değil, sonuç olduğundan söz ediyorum.
Peki bugün Ortadoğu’da yaşanan mikro düzeydeki tartışmalar, halkların ve inanç guruplarının birbirini boğazlar hale gelmesi, siyasi iktidarların sarsılması ve nihayet yeni sınırlara doğru bir gidişin olduğu vehmi nerden kaynaklanıyor? Kuşkusuz bu sorunun birden çok cevabı bulunmakla birlikte, esas sorunun Avrupa Emperyalizminin bölgeyi ve kaynaklarını bölüşme kavgasının hala devam etmesinden kaynaklandığını söylemek yerinde olacaktır.
PETROL İMTİYAZLARI İŞTAH KABARTTI
Birinci ve İkinci dünya savaşlarının sonuçları obur Batı dünyasını kısmen tatmin etmiş, Soğuk Savaş yıllarında her iki savaşın meyvelerini tüketmeye başlamış ve nihayet bu meyveler tükenme aşamasına gelince, ya da artık tat vermeyince yeni arayışlar ortaya çıkmıştır ki; bu da bugün gözlemlediğimiz süreci doğurmuştur. Hemen herkes burada kastedilenin aslında sonuncusu 1930’lu yıllara denk düşen petrol imtiyazlarının olduğunu tahmin edebilir. Bugün yenilenme aşamasına ve hatta Kuzey Irak örneğinde olduğu gibi bölünmüş iktidarlar üzerinden bazılarının yenilendiği ve bazılarının da yenilenmeye ihtiyaç duyulduğu bu imtiyazların ne denli iştah kabarttığı apaçık ortada. Son 15 yıl boyunca, ABD’de kaya gazının mebzul üretimi, yenilenebilir enerji imkanlarının ortaya çıkması, alternatif enerji mekanlarının ortaya çıkması ve pek çok dağıtım ağlarının planlanması ve hatta bazılarının hayata geçirilmesi ile meşgul olan dünya, hâlâ kadim kaynaklara ve geçiş/transfer coğrafyasına mahkûm olmaktan kurtulabilmiş değil.
Devamı Derin Ekonomi Dergisi Mart Sayısında…