Almanya, Hollanda ve Avusturya gibi ülkeler, ikinci Dünya Savaşı sonrasındaki iki kutuplu dünyada, güvenlik kaygıları nedeniyle fiziki altın varlıklarını, ABD ve İngiltere’nin altın mahzenlerine emanet etti. Birçok devlet şimdi çok kutuplu dünyanın değişen güvenlik şartlarına ve stratejik menfaatlerine bağlı olarak külçe altınlarını geri çağırmaya başladı. Türkiye, bu yönde bazı adımlar olabileceğinin ilk işaretini 2015’te verdi. Altın rezervinin yüzde 87’sini İngiltere Merkez Bankası’nda saklayan TCMB, 2015’te zorunlu karşılıklardan gelen yeni altınları Borsa İstanbul bünyesindeki altın deposuna aktardı. Peki geri kalan altınlar nerede?
Yakup Kocaman
Kimilerine göre geri dönüşü olmayacak şekilde sanal para çağına girmiş olsak da, itibari değerinden başka hiçbir ederi olmayan kâğıt paralara karşı bitmek bilmeyen kuşkular nedeniyle, elle tutulur, gözle görülür saf altının, halen tüm dünyada eşit değerde geçerli, en güvenilir para birimi olmaya devam etmesi asla bir tesadüf değil. Bu, insanlar için olduğu kadar devletler için de geçerli. Nitekim, özellikle son yıllarda, hızla şekillenen uluslararası siyasetin gereği olarak, ülkeler artık kendi altınlarını başka ülkelerin kasalarında değil kendi depolarında tutmak istiyor. Bunun en önemli nedeni, uluslararası finansal özgürlüğü sağlama almak.
Dünya Altın Konseyine göre insanoğlu tarih boyunca madenlerden 183 bin ton altın kazıdı. Bu altının yüzde 18’i devletlerin rezervlerinde, yüzde 82’si ise geride kalan bireylerin, işletmelerin ve kurumların elinde saklanıyor ya da dolaşıyor. Altın tutmak aynı zamanda bir güvenlik sorununu da beraberinde getirdiğinden herkes altınını en güveneceği yerde tutmak istese de, altın stoklama ve altın emanetçiliği eğilimlerinde dünyada gözle görünür bir değişim yaşanıyor.
Bir ülkenin en çok hangi ülkeye güvendiğini anlamak istiyorsanız altınlarını nereye emanet ettiğine bakın. Zira bu davranış savaş gibi en zor zamanlarda dahi bu altınlara rahatça erişebileceğine olan güvenin yansımasıdır. Bu nedenle, yaklaşık yüz yıldır, kimi ülkeler altınlarının üçte ikisini, kimi ülkeler yarısını, kimi ülkeler de 3’te birini, en fazla güvendikleri üçüncü ülkelerde tutmayı yeğliyor.
İkinci dünya savaşında galip gelen devletlerin kurguladığı uluslararası siyaset alanı ABD ve Rusya hattında kutuplaşmıştı. Gerek savaş sırasında gerekse savaş sonrası dönemde, dünyadaki devletlerin önemli bir bölümü, muhtemel bir düşman işgaline karşı altın türünden fiziki varlıklarını, kendi ülkeleri dışında güvenilir yerlerde saklama politikası izliyordu. Bu nedenle ellerinde avuçlarındaki altınların yarıdan fazlasını ABD ve İngiltere gibi ülkelerin Merkez Bankalarına emanet olarak vermişlerdi. 1999’da, Sovyetler Birliği Rusya’sının dağılmasının ardından soğuk savaşın bitmesine rağmen, uzun yıllar boyunca, neredeyse hiç bir devlet, emanet altınlarının yerini sorgulama ihtiyacı hissetmedi.. Taa ki 2008’e kadar.
O yıl, ABD’de patlak veren ve Avrupa başta olmak üzere tüm dünyada ABD’ye karşı güvensizliğe neden olan Finansal Kriz’den sonra, ülkelerin yurtdışında altın saklama politikalarında radikal değişimler olmaya başladı. Soğuk savaşın başat aktörü Rusya, 2006 sonrasında altın stoklarını artırmaya başladı. Çin fiziki altın biriktirmeye hız verdi. İkinci dünya savaşının mağlup devleti olarak, ekonomik ve güvenlik altyapısı ABD tarafından yapılandırılan Almanya, altın rezervlerini uzun yıllardır ABD’de ve İngiltere’de tutmaktaydı. Ancak, 2008 sonrasında, gerek finansal krizinin çökerttiği Avrupa Birliği’nde zayıflayan devletleri finanse eden yegâne ülke olarak ayakta kalması, gerekse de Batı blokuna karşı Rusya ve Çin ile geliştirdiği ayrıcalıklı politikaların eseri olarak, 2013’ten itibaren altın rezervlerini ABD ve İngiltere’den geri çağırmaya başladı.
Bir düşünce kuruluşu olan Resmi Para ve Finansal Kurumlar Forumu (OMFIF) ile Dünya Altın Konseyi tarafından ortaklaşa yayınlanan bir rapora göre, dünyada birçok merkez bankasının bir süredir altın topluyor olmasının temel nedeni, gelecekte dolar ve euronun rezerv para sistemi içindeki ağırlığının azalacak olmasına inanmaları. Nitekim, TCMB dahil olmak üzere dünyada birçok merkez bankası rezervlerinin yarısından fazlasını dolar olarak tutuyor. Avrupa Birliği Merkez Bankası verilerine göre, doların dünya merkez bankalarında rezerv para olarak tutulma oranı son 10 yılda yüzde 70 seviyelerinden yüzde 64’e gerilemiş durumda. Aynı dönemde Euro’nun rezerv para olarak kullanılma oranı da yüzde 25’lerden yüzde 19’a gerilemiş durumda. Geriye kalan yüzde 15’lik dilim Japon Yeni, İngiliz Poundu ve Kanada ve Avusturalya doları arasında paylaşılıyor. Sahaya yeni giren oyuncu ise Çin Yuanı. Öte yandan, altın tutulma oranında belirgin bir artış var. Yani dolara ve euroya karşı göreceli bir güven kaybı söz konusu.
2017 Davos Ekonomik Forumu’nun açılış konuşmasını yapan Çin devlet başkanı Xi Jinping’in de söylediği gibi, dünya artık çok kutuplu bir hale geldi. Bunun neticesi olarak, devletler, kendi altınlarını başka devletlerin kasalarında değil kendi kasalarında görmeyi ekonomik özgürlük ve bağımsızlık meselesi olarak görüyor. Büyük devletlerin etki alanından uzakta yerel ve bölgesel politikalar geliştirmek isteyen devletlere, manevra kabiliyeti kazandırıyor. Bu nedenledir ki, son 80 yılda dünyanın 200’den fazla ülkesine ve uluslararası kurumuna, altın saklama hizmeti vermiş olan ABD ve İngiltere’deki iki büyük altın mahzeninde tutulan altın miktarı, son 4 yıldır göreceli olarak azalıyor.
TÜRKİYE ALTINLARININ 3’TE 2’Sİ İNGİLTERE’DE SAKLANIYOR
Altınlarının 3’te ikisini ABD ve İngiltere’de saklayan Almanya ve Avusturya, 2020’ye kadar, külçe altınlarını peyderpey geri çağırma politikası uygulayacaklarını açıkladı. Altınlarının büyük bölümünü İngiltere’de ve küçük bir bölümünü de FED’in kasalarında tutan Türkiye ise, fiziki altınları geri çağırma yönünde henüz bir politika ilanı yapmamış olsa da bu yönde bazı adımlar olabileceğinin ilk işaretini 2015 yılında verdi. TCMB, bankalardan topladığı altın bazlı zorunlu karşılık rezervlerinde biriken altının bir bölümünü Bank of England’taki emanet kasasında tutmak yerine Borsa İstanbul’un kasalarında tutmaya başladı.
Devamı Derin Ekonomi Dergisi Şubat 2017 sayısında…