Son bedelli düzenlemesinden sonra, profesyonel askerlik meselesi bir kez daha gündeme geldi. Yararlanma yaşının 25, talep edilen bedelin 15 bin TL olarak belirlenmesi, başka bir deyişle bedellinin tabana yayılması, Türkiye’nin tam profesyonel orduya epey yaklaştığına ilişkin net bir mesaj vermiş oldu. Nitekim askerlik süresinin herkes için dokuz ay olarak düzenlenmesi, ilk üç aylık temel eğitimden sonra isteyenlerin karşılığını ödeyerek terhis olması, kalanlara ise asgari ücret ödenmesi seçeneği hemen masaya yatırıldı. Yeni savunma teknolojileri, profesyonel askerliğe geçişi zorunlu kılıyor ancak bu iş o kadar kolay değil. Halihazırda NATO’nun en büyük üçüncü ordusu konumundaki TSK’nın tümüyle profesyonelleşmesi ciddi ve sürdürülebilir bir ekonomik kaynak gerektiriyor. İşin bir diğer kritik boyutu ise, doğru insan kaynağının bulunup iyi yetiştirilmesi…
Atilla Diş
“Keşfedilmiş en büyük silah, iyi eğitilmiş insandır.”
2000’li yılların başında, vatani görevimi yaptığım tugaydaki kamyon garajına gece nöbeti için giderken, eğitim alanına varan yolun kenarına dikilmiş tabelada gözüme bu söz ilişirdi. Uzun bir yürüyüş sonrası ulaştığım ıssız garajda, yıllardır orada park halinde durduğuna emin olduğum Amerikan Reo kamyonetlerin arkasından hep aynı çığlığı duyardım: “Dur! Parola?” Sonrası ince bir kahkaha… Gece ayazında daha fazla üşümemek için prosedürü çabuk bitirmek isteyen silah arkadaşım, onlarca kamyonetin bulunduğu mıntıkanın nöbetini bana emanet edip bir an önce yatağına ulaşmak üzere oradan hızlıca uzaklaşırdı. Elimde 800 metreden attığını vuran G-3 piyade tüfeği, izi karanlıkta kaybolana dek arkadaşımı izlerdim. Silahın soğuk namlusunu sıkmaktan tahriş olmuş eldivenimin yırtıkları gurur vesilemdi ama bu ayaza kahramanlık taslamak da anlamsız kaçıyordu. Titrememek için kamyonların ardında kuytu bir yer arardım. Faydası yoktu, çünkü rüzgar her yerde seni yakalıyordu.
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Marshall yardımları kapsamında Amerikalıların verdiği Reo kamyonetin kapısını açıp şoför mahalline girmek, milenyumun başında donmamak için en makul çözümdü. Gece ayazında ben de öyle yaptım. Kamyonun içine giriyor, bu sayede rüzgar yemeyen gözlerimi artık bir nebze açabiliyordum. Tüfeğimi kocaman direksiyonun üzerine dayayıp etrafı kolaçan etme imkanına kavuşmak güzeldi. Bu aracın Türkiye’ye girmesinden buyana aradan geçen yarım asır boyunca içerde koltuk döşemesi namına pek bir şey kalmamış olsa da, basılacak bir pedalı, tutacak bir vites kolu ve rüzgarı kesen camları hâlâ vardı. ABD çöpe atacağı araçları 50 yıl önce ‘kıymetini bilin’ diyerek bize ‘beleş’ vermişti ancak kamyonetleri yerinden kımıldatabilmek için gerekli olan yedek parçaları 5 TIR fiyatına yine bize satmıştı. Sivilde tamirci kalfalığı yapan erlerden bazısının askerlik boyunca yegane görevi bu hurdalarla ilgilenmekti. Ancak ne kadar emek verilirse verilsin, Reo’ların çalışıp da garajdan çıkabildiğini gören olmamıştı.
Devamı Derin Ekonomi Dergisi Ekim 2018 sayısında…