Bu makalede 2018 enerji jeo-ekonomisi değerlendirecek ve 2019’a dair bir öngörü sunulacaktır. Özellikle Hazar Denizi havzası, Karadeniz ve Doğu Akdeniz havzaları başta olmak üzere üç olası deniz çatışması durumunda Türkiye’nin pozisyonu ele alınacaktır.
Şüphesiz, 2018’de Hazar enerjisiyle ilgili en önemli gelişme Hazar Denizi’nin Statüsü Konvansiyonu’nun (Hazar Anlaşması) imzalanması oldu. Bu yılın başlarında birkaç makalede ifade ettiğim gibi, söz konusu anlaşma Türkmenistan’dan Azerbaycan’a, oradan da Güney Gaz Koridoru (Güney Kafkasya Boru Hattı [SCP], Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı [TANAP], ve Trans Adriyatik Boru Hattı [TAP]) ve Karadeniz üzerindeki tamamlayıcı bir güzergâh (Beyaz Akım) vasıtasıyla Avrupa’ya ulaşacak Trans Hazar Gaz Boru Hattı’nın (TCGP) inşasına ilişkin nihai engelleri ortadan kaldırdı.
Hazar Deniz Ortamının Korunmasına İlişkin Çerçeve Anlaşma’ya (Tahran Anlaşması) ve Hazar Anlaşması’nın doğrudan işaret ettiği Sınır Ötesi Bağlamda Çevresel Etki Değerlendirmesine İlişkin Moskova Protokolü’ne göre, Rusya veya İran’ın TCGP’nin inşasını altı aydan fazla geciktirmesi mümkün olmayıp, bu süre içerisinde projenin mühendislik tasarımı konusundaki görüşlerini bildirmeleri gerekiyor.
Bahsi geçen tüm çatışma-barış usulleri için bir temyiz mahkemesi olmadığı gibi, hukuki araçlar da ciddi derecede ihmal edilmiştir. Anlaşmanın imzalanmış olması ve bu usullerin tanımlanmış olması, Uluslararası Adalet Divanı’na (UAD) müracaat etmenin söz konusu olmadığı anlamına gelmektedir. Hazar Denizi’ne kıyısı olan devletler UAD’nin bağlayıcı yargı yetkisini tanımadığı için, böyle bir müracaat zaten başından beri gündemde değildi.
Avrupa Komisyonu, TCGP’nin mühendislik çalışmalarını desteklemektedir. 2018’de yaşanan gecikmelerden sonra, 2019’da artık somut bir ilerleme kaydedilmelidir.
Öte yandan, Doğu Akdeniz’deki durum 2019’da çok hassas bir şekilde gelişecek. Zira, ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Wess Mitchell Aralık ayı ortasında Doğu Akdeniz’de ülkelere ait bölgelerin sınırlandırılması konusundaki anlaşmazlıklara ilişkin yaptığı açıklamada, “Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından talep edilen Münhasır Ekonomik Bölge’nin uluslararası hukuka dayandığına dair net ve kesin bir görüşe sahip olan dünyanın geri kalanı karşısında zayıf durumdadır,” dedi. Şubat ayında Türk donanma gemilerinin İtalyan Eni firmasıyla anlaşmalı Saipem firmasına ait bir geminin Kıbrıs sularındaki sondaj çalışmalarını engellemesini göz önünde bulundurarak, Mitchell özellikle ABD gemileri söz konusu olduğunda Kıbrıs sularında herhangi bir müdahaleye göz yummayacaklarını belirtti.
Mitchell’in bu açıklamaları Yunanistan ve ABD’nin bölgesel savunma, güvenlik ve enerji konularına odaklanan yeni bir ikili “stratejik diyalog” başlatmasının sonrasında ve Amerikan sıvılaştırılmış doğal gazının (LNG) ilk sevkiyatının Yunanistan’daki Revithoussa terminaline ulaşmasından iki hafta öncesinde geldi. ABD, Kıbrıs, Yunanistan ve İsrail’in her biri ile ikili işbirliğini geliştirirken aynı zamanda bu üç ülkeyi kendi aralarında işbirliği yapmaya teşvik ediyor.
Mitchell Yunanistan, Kıbrıs ve İsrail’in ABD için çok önemli olduğunu ifade ederek, aynı zamanda istikrarlı ve demokrat Batılı müttefikleri olduğunu vurguladı. 2018’de Doğu Akdeniz bölgesine ilgisi artan ABD, Rusya’nın TürkAkım 2 boru hattından gelen gazın Yunanistan’dan İtalya’ya geçmesi gerektiği fikrine karşı çıkıyor. Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras’ın, Rus Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Moskova’ da yaptığı son görüşmede bu fikri memnuniyetle karşıladığı bildiriliyor.
Devamı Derin Ekonomi Ocak 2019 sayısında …