Son zamanlarda yapılan altın standardına dönüş çağrılarının çoğu, Bretton Woods ve öncesinde olduğu gibi altın paritesine dayalı sabit kur sistemlerine dair bir nostalji etrafında dönüyor. Burada göz ardı edilen şey, altına dayalı en az iki eski sistemin de tıpkı Bretton Woods gibi çökmüş olmasıdır.
Her iki durumda da çöküş rezerv para birimlerine -Bretton Woods’ta ABD doları ve öncesinde İngiliz sterlini- yapılan büyük spekülatif saldırılardan kaynaklanıyordu. Bu spekülatif saldırılar da birbirlerine göre denge düzeylerinden ciddi şekilde uzaklaşmış döviz kurunun bir sonucuydu. Zira, önemli para birimlerinin sabit döviz kurunu sürdürmek için gereken altın rezervi bulunmuyordu. Altın standardında, döviz kuru altın paritesine sabitlenmişti. Dolayısıyla, sistemin güvenliğini ve düzgün işleyişini sağlamanın anahtarı para biriminin tamamen altına çevrilebilir olmasıydı. Bu noktada, merkez bankalarının bu konvertibiliteyi sağlamak için yeterli altın rezervi bulundurması gerekmekte ve asıl sorun da burada yatmaktaydı. Bu noktada üç temel sorun ön plana çıkıyor. İlk olarak, herhangi bir sabit döviz kurunda olduğu gibi, tam konvertibilite, hükümet için çok büyük bir koşullu yükümlülük doğurmakta ve piyasa spekülatörlerinin hükümetin bu yükümlülüğü yerine getiremediğini düşündüğü zaman saldırılar gerçekleşmektedir. Spekülatörlere göre, hükümetin zorunlu olarak tek bir döviz kuruna bağlılığı tek yönlü bir seçenek anlamına geliyor ve bu durum Merkez Bankası zararına serbest satım opsiyonu sunuyor.
İkinci önemli sorun rezerv bulundurmanın gerektirdiği maliyettir. Altının iyi korunması doğrudan maliyetlerinin yanı sıra, çok daha büyük bir fırsat maliyetini beraberinde getiriyor. Rezervler döviz cinsinden olduğunda, merkez bankaları genellikle aynı para birimi cinsinden devlet tahvillerine yatırım yapar. Bu, merkez bankasının rezervlerinden getiri elde edebileceği anlamına gelir.
Devamı Z Raporu Ağustos 2019 sayısında…