Koronavirüsle mücadelenin finansmanı ve yerel ekonomilerin desteklenmesi sonucunda kamu borçları önemli ölçüde arttı. Krizden önce 66 trilyon dolar olduğu tahmin edilen toplam kamu borcunun bu yıl 92 trilyon doları aşması bekleniyor. Salgının başından bu yana küresel borcun ülkelerin toplam GSYH’sına oranı ise 35 puan artarak yüzde 355’in üzerine çıktı.
Birçokları, kamu borcundaki bu artışın benzeri görülmemiş krizden dolayı kaçınılmaz olduğunu savunsa da, devletlerin uzun yıllardır kolay paraya ve borçla finanse edilen büyümeye bağımlı olduğu da bir gerçek. ABD, Japonya, Çin ve Euro Bölgesi ülkeleri gibi tüm büyük ekonomilerin GSYİH’lerini aşan miktarlarda borcu olmakla beraber, özellikle Japonya ve Çin’in borçları GSYİH’lerinin birkaç katıdır. Dünya çapında faiz oranları tarihteki en düşük seviyelerine yakın olduğundan, söz konusu borçların devletlere maliyeti şu ana kadar idare edilebilir olsa da, daha fırtınalı bir faiz ortamında böylesine yüksek borçları yönetmek, başta bankaların kıyamet sarmalı olmak üzere birçok zorluğu beraberinde getirecektir.
Kıyamet sarmalı devletler ve yerel bankalar arasında karşılıklı yarar sağlayan simbiyotik ilişkiyi, yani birbirine muhtaç yaşama zorunluluğunu ifade eder. Tahvil çıkararak bütçe açıklarını kapatmaya çalışan devletler, kendileri için her daim istekli yatırımcılar olan yerel finans kurumlarına sahiptir. Tüm bankacılık düzenlemelerinde devlet borçlanma araçlarının “risksiz” olduğu kabul edildiğinden, bankalara sıfır sermaye yeterliliği şartı getirilmekte ve banka rezervlerinin bir parçası olarak sayılmaktadır. Devlet tahvillerinin düzenleyici faydalar sağlarken aynı zamanda “risksiz” bir getiri de sağlaması, onu bankalar için diğer fonlara göre çok daha cazip bir risk-getiri seçimi haline getiriyor.
Devamı Z Raporu Haziran 2021 sayısında…