Kazakistan’ın başkenti Astana’da geçen ay yapılan Suriye Konferansı’nın toplanmış olması bile başlı başına bir başarı olarak nitelendirilebilir. Resmi bir Suriye delegasyonu ile silahlı güçlerin temsilcilerini aynı masanın etrafında toplayarak oluşturulan teamül, gelecekteki çabalar açısından da emsal oluşturacaktır. Her ne kadar oyunun temel amacı değişmemiş olsa bile, hem oyuncuları, hem de hakemleri değişmiş durumda.
Geçen üç yıl boyunca yapılan uluslararası görüşmelerin aksine, Astana konferansı, Suriye Hükümeti ve muhalefeti arasında normalleşmenin önündeki psikolojik engellerin aşılması için atılmış olumlu bir adımı oluşturdu.
Beklendiği gibi iki tarafın delegasyonu da bol bol tartışıp, birbirlerine ağır sözlerle yüklendi ve birbirlerini suçlayarak konferans gündemi üzerinde anlaşamadı. Ancak bu durum benzer toplantılarda ilk kez karşı karşıya gelen çatışma taraflarının yaptığı olağan şeyler. Asıl önemli olan masaya oturup birbirlerinin yüzüne bakmaya başladıklarında karşı tarafı şeytanlaştırmayı azaltmaya başlamaları. Aynı derecede önemli bir başka husus ise muhalefetin uluslararası konferanslarda temsiliyetindeki değişimdi.
İlk başta Suriye Ulusal Konseyi (Doha) vardı. Bunu Suriye Ulusal Koalisyonu (İstanbul) takip etti. Ardından Yüksek Müzakere Otoritesi (Riyad) geldi. Bu kez ise muhalefeti konforlu sürgündekiler değil, alanda askeri varlığı olan silahlı gruplar temsil etti. Bu politik olarak çok önemli bir değişim, keza muhalefetin sınır ötesindeki tartışmalı meşruiyeti yerine ülke içindeki güçler tarafından temsil edilmesi bir ilerleme sayılır.
Bu yeni durumu sağlayan ise Suriye konusunda belirleyici iki oyuncu olan Türkiye ve Rusya oldu. İki ülkenin rol paylaşımı sayesinde bu noktaya gelindi. Birisi silahlı muhalefetin garantörü rolünü üstlenirken, diğeri ise Suriye Hükümeti’nin avukatı rolünde.
Elbette bu yeni düzenin, kendini geçici de olsa kenara atıldığını düşünen İran’ı sinirlendirdiği açık. Ancak Astana’daki kapanış bildirgesinde Rusya ve Türkiye’nin yanı sıra İran’ın da imzası vardı.