Mayıs ayında yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimleri yaklaşırken, bazı çevreler popülizm ve egemenlikçiliğin Avrupa’nın geleceğine yönelik temel sorun olduğunu, bazıları ise temel çözüm olduğunu savunuyor. Uluslararası finansal çıkar gruplarıyla ilişkisi olmayan yeni dalga siyasetçiler Brüksel’deki oligarşilerin demofobik düzenini yıkacak mı? Yeni oluşan AB uluslararası ittifaklar çerçevesinde daha iyi çalışacak mı? Yeni AB daha güçlü halk desteğiyle, Eski Kıta’daki Avro-Atlantik ve Avrasyatik eğilimler arasında devam eden gerginliği gidermek için daha iyi bir istikrar faktörü olabilir mi? Sorular cevaplardan çok olsa da, belki de asıl mesele AB’nin geleceği konusundaki stratejik faktörün popülizmin yükselişinden ziyade Almanya’nın geleceğine bağlı olmasıdır. Zira, 1870 Fransız-Prusya savaşından beri, Avrupa’nın istikrarı ve huzuru Fransız-Alman ilişkilerine bağlı olurken, yaklaşık iki yüzyıl boyunca sorun “Almanya faktöründen” kaynaklandı. Her ne kadar galip ülkelerin siyasi çıkarlarına boyun eğen tarihçiler Nazi Almanya’sının Avrupa’nın göbeğine Mars’tan indiği anlatısını savunsa da, 2. Reich ve 3. Reich arasında benzer bir nokta söz konusu ve ilki ikincisinin temellerini attı. İlk Alman şansölyesi Otto Von Bismarck, Anglo-Amerikan deniz gücü odaklı çerçevesinden farklı bir devlet yapısı inşa etti. Bu yapıya göre, vatandaşlığın doğasını ilgilendiren oldukça farklı bir tutum söz konusu. Zira, kıta geleneğinde devlet, toplumdan daha güçlüdür. Ekonomi alanında ise, finans, Anglo-Amerikan kültüründe ve siyasi tutumunda olduğu gibi, kıta Almanya’sında da (siyasi alanda bile) kilit bir rol oynamadı ve hammadde arzı eksikliği, bölgesel yayılmacılığa yol açan Alman “yaşam alanı siyasetini” (Lebensraum) şekillendirdi. Bunun liberal ticaret zihniyeti, küresel bağlantılar ve deniz hatlarının kontrolü ile ilgisi yok. İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden sonra, ABD liderliğindeki Batılı galip ülkeler, başka bir savaşı önlemek için Fransa-Almanya ekseni etrafında inşa edilen Avrupa topluluğu girişimini destekledi. Almanya’nın geçmişi silinerek, yerine ABD stratejistlerinin kafa yorduğu ve İngiltere ve Fransa’nın desteklediği, kötü geçmişin geri dönüşünü engellemek üzere bir “anlatı” konuldu. ABD, tüm militarist tohumları ortadan kaldırarak Almanya’nın güvenlik “yüklenicisi” oldu. Dahası, ABD yeni Alman siyasi elitlerin seçilmesinde bir “filtre” bile sağladı. Söz konusu “kılavuz” Konrad Adenauer’dan Helmuth Khol’a kadar tüm Alman liderlerinin karşı karşıya kalabileceği, yöneteceği veya konuşacağı konuları gösterdi. Aslında Almanya tarihin dışına çıkarılmış olsa da, Roma İmparatorluğu kayıtlarının işaret ettiği gibi, bu sonsuza dek sürmeyecekti. Şimdi ise işler tersine döndü ve Berlin’in tarihine geri dönmesi, Batı ve Rusya dahil Doğu Avrupa arasında istikrar sağlayıcısı olarak Avrupa’da yeni bir rol oynaması ve AB’yi Çin’in güçlü etkisine karşı savunması gerekiyor.
Devamı Derin Ekonomi Mart 2019 sayısında…