Açılımı “Başka alternatif yok” (There is No Alternative) olan TINA söylemi, genel olarak finansal varlıkların mevcut fahiş fiyatlarına gerekçe olarak gösteriliyor. Zira son zamanlardaki sarsıntılara rağmen borsada işlem gören finansal varlıkların neredeyse tamamı ve tahviller, hisse senetleri, emtialar, bitcoin ve hatta karbon kredileri tarihi zirvelerini görmüş ya da bu seviyelere yaklaşmış durumda. Ancak reel sektörün benzeri görülmemiş bir salgının pençesinde olduğu bir dönemde finans piyasalarının böylesine geniş tabanlı bir yükseliş kaydetmesi oldukça garip. Hem hakim eğilimden kopuş, hem de finansal varlıkların fiyatlarında yaşanan büyük yükseliş merkez bankası politikalarının doğrudan sonucudur. Özellikle gelişmiş dünyada yıllardır süren parasal gevşeklik ve faiz indirimleri faiz oranlarında tarihi düşüşlere yol açtı. Gelişmiş ülkelerin çoğunda faiz oranları ya sıfıra yakın ya da negatif seyrediyor. Sıfır ve negatif faiz oranlarını ilk deneyimleyen Japonya Merkez Bankası (BOJ), şirket tahvillerinin, hisse senetlerinin, gayrimenkul yatırım ortaklıklarının (GYO) ve borsa yatırım fonlarının (ETF) doğrudan (kesin) alımı, ve getiri eğrisi kontrolleri gibi alışılmışın dışında politikalarla trend belirleyici oldu. Sonuç olarak, Japonya’nın en büyük yatırım fonu ve en büyük şirket tahvil hamili olan Japonya Merkez Bankası’nın Japonya’nın 5 trilyon dolarlık ekonomisinden daha büyük bir bilançoya sahip olduğu düşünülüyor. İşin garip yanı, yıllardır süren bu “yenilikçi” merkez bankacılığına rağmen, Japonya’nın reel sektörü varlık balonu patlamasından yaklaşık 30 yıl sonra bile köşeyi dönmüş gibi görünmüyor. Hiç şüphesiz bu durum diğer merkez bankaları için bir uyarı niteliği taşıyor.
Devamı Z Raporu Nisan 2021 sayısında…