Son yıllarda birçok İslam ülkesi kur ile ilgili ciddi sorunlar yaşıyor. Öyle ki, Türkiye, Endonezya, Mısır ve hatta Malezya’nın para birimleri değer kaybederek baskı altına girdi. Hem Türkiye hem de Mısır, kur baskısını hafifletmek için faizleri önemli ölçüde artırmak zorunda kalırken, Endonezya da bu ikisi kadar yüksek olmasa da yine faizleri artırma yoluna başvurdu.
Kur yönetimi, özellikle gelişmekte olan ekonomiler için hiç kolay değildir. Ekonomideki diğer her şeyde olduğu gibi, ister sabit, ister tam dalgalı, isterse kontrollü dalgalı olsun, kur politikası seçimi dengeleme tercihine bağlıdır. Sabit kur istikrar sunsa da, para politikası oluşturmada bağımsızlığı ortadan kaldırır. Örneğin, para birimini ABD dolarına sabitleyen bir ülkenin para politikasını ABD Merkez Bankası ile senkronize etmek dışında neredeyse hiçbir seçeneği yoktur. Dahası, sapmalar sabit kur üzerinde baskı oluşturarak, gerçek anlamda aşırı değerlemeye, dolayısıyla ödemeler dengesi sorunlarına ve döviz rezervlerinde erimeye neden olacaktır. Burada en belirgin etki, ulusal para biriminin spekülatif saldırılara karşı savunmasız hale gelmesidir. Arjantin’in para birimi pesoyu ABD dolarına sabitlemedeki başarısızlığı bunun klasik bir örneği. Yine, Hong Kong’un parasını uzun süredir ABD dolarına sabitlemesi, para politikası oluşturmadaki bağımlılığının bir sonucudur.
Sabit kurun aksine, tam dalgalı kur politika oluşturmada tam esneklik sağlama avantajı sunarken, kurdaki istikrarı ortadan kaldırır. Sabit ve tam dalgalı kur arasında böyle bir dengesizlikle karşı karşıya kalan birçok ülke ikisi arasında olmayı seçerek, kontrollü dalgalı kur sistemini tercih ediyor. Klasik kontrollü dalgalı sistemde, ulusal paranın bir yabancı para karşısında istenen bir üst ve alt sınır arasında dalgalanmasına izin verilir. Bu aralığın dışındaki hareketler merkez bankasının kuru aralığın içine geri getirmek için müdahalesine kapı aralayacaktır. Burada aralığın genişliği önemlidir. Geniş aralıklar, kurda yüksek oynaklıkla birlikte daha fazla politika esnekliği anlamına gelir. Dar aralıklarda ise tam tersi bir durum söz konusudur.
Örneğin bir para biriminin, spekülatif bir saldırı baskısı altında olduğu zamanlarda, devletlerin savunma konusunda genellikle iki politika seçeneği vardır. Birincisi, daha fazla değer kaybını önlemek için doğrudan ulusal parayı satın alma eylemidir. Ancak bu mevcut döviz rezervlerinin miktarına bağlıdır. İkinci savunma mekanizması ise faiz oranlarıdır. Yabancılar ülkedeki bankalara para yatırarak yüksek faiz oranlarından yararlanmaya çalıştıklarından, sert bir faiz artırımı ulusal paraya olan talebi artırarak arz talep denklemini değiştirebilir. Ortaya çıkan sermaye girişi ulusal paraya yönelik talebi artırarak kur üzerindeki baskıyı hafifletecektir. Ayrıca, faiz oranlarının birden çok yükselmesi, spekülasyon maliyetlerini artırmakta ve fiyatların düşeceği beklentisiyle yapılan mal veya menkul değer satışı borçlanmayı gerektirdiğinden spekülatörlere zarar vermektedir.
Devamı Derin Ekonomi Mayıs 2019 sayısında…