15 Mart Cuma günü Yeni Zelanda’nın Christchurch kentinde gerçekleşen katliam dünyamızın hasta ve kötücül olduğu gerçeğine dair başka bir uyarı alarmı. Millî Ragbi Birliği Takımı ve meşhur Haka dansı ve müziği haricinde hakkında pek bir şey bilmediğimi itiraf etmem gereken uzak ve huzurlu bir ülke olan Yeni Zelanda’da böyle bir saldırı gerçekleşeceği kimin aklına gelirdi? Böylesine huzurlu bir ülkede işlenen bu korkunç nefret suçu hepimizi derinden sarsmış olsa da, yine de, zaman zaman İstanbul’daki hayatın koşuşturmasından ve stresinden kaçarak oraya taşınmanın hayalini kuruyorum.
Olayların trajik bir şekilde gelişiminin ve 50 insanın ölümüyle sonuçlanan vahşetin altında yazıya dökmekte zorlandığım bir dizi değişken ve gerçek yatıyor. Bunlardan ilki, terörün en tehlikeli türü olan nefret terörünün aleni bir şekilde küreselleşiyor olması. Bu yeni durum, birbirini destekleyen ırkçı ve dini ayrımcılığın, tarihsel olarak çoğu terör saldırısının gerekçesi olan siyasi ideolojinin yerini aldığına işaret ediyor. “Nefret” tek amacı renk, din, etnik köken ya da inanca dayalı çeşitliliklere vurgu yapmak ve (teröristlerin iddia ettiği gibi) çeşitliliklerin olmadığı bir dünyanın daha iyi bir yer olacağını göstermek olduğunda, güçlü ve öldürücü bir dürtü haline gelir. Son yıllarda dünyanın pek çok yerinde bu tür saldırılarla karşılaşıyoruz. Nitekim 1 Ocak 2017’de Reina gece kulübünde DAEŞ tarafından düzenlenen ve 39 kişinin ölümüyle sonuçlanan bu tür saldırıların çoğu esasında, toplumu bir arada tutan toplumsal sözleşmeyi alaşağı etme hedefinde olan bir hoşgörüsüzlük mesajı temelinde Müslümanın Müslümanı öldürmeyi amaçladığı saldırılardır.
Toplumların geleneksel olarak üzerine kurulduğu çeşitlilik dokusunu yok etme arzusu bütün bu terör eylemlerinin ortak noktasını oluşturuyor. Avrupalı (yüzde 74) ve Maorilerin (yüzde 14,9) toplumun en büyük iki etnik grubunu oluşturduğu Yeni Zelanda’da bile, Asyalıları (yüzde 11,8), Pasifik halklarını (yüzde 7,4) ve Orta Doğulu, Latin Amerikalı ve Afrikalı pek çok etnik grubu (yüzde 1,2) görmek mümkün. Ne de olsa, insanlık tarihi, zorunlu olsun veya olmasın, göçlerle doludur. Bu arada, Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern saldırıdan birkaç gün sonra yaptığı açıklamada, “Biz 200 etnik kökenden ve 160 dilden oluşan bir milletiz. Kapımızı başkalarına açıp, onları bağrımıza basarız. Ancak, Cuma günkü olaylardan sonra değişmesi gereken tek şey, bu kapının nefret ve korkunun destekçilerine kapanması gerektiğidir” diyerek, kendisinin ve Yeni Zelandalıların çoğunun olaya nasıl yaklaştığını açıkça ifade etti.
Devamı Derin Ekonomi Nisan 2019 sayısında …