Dünya sıkıntılı, huzursuz ve kaynama içinde. Savaşlar, göç krizi, yabancı düşmanlığı ve İslam korkusunu yayma, küresel krizden çıkma çabaları dünyada karmaşık ve belirsiz bir ortam meydana getiriyor. 1945-1990 yılları arasında kapitalist batı bloku ile komünist blok arasındaki kıyasıya mücadelenin yer aldığı Soğuk Savaş düzeni dünyada 45 yıllık bir denge dönemi getirmişti. Komünist blokun 1989-1990’da yıkılması ve yenilgisi sonrasında, batı bloku ve onun lideri ABD’nin dünyadaki tek hegemonik güç ve liderlik konumunun hakim olduğu bir süreç başlamıştı. Bu sürecin en önemli özelliği de, 45 yıllık tehdit unsuru ve düşman olan komünist blok yenilgiye uğratıldığı için, batının yeni bir tehdit ve düşman tanımına ihtiyacı vardı. 1990’da İngiltere’deki NATO Zirvesinde, önce “köktendincilik” dedikleri, ileriki yıllarda çekinmeden İslam inancı ve müntesiplerini hedef gösterdikleri bir aşamaya geçerek, 2000’li yıllarda İslam dünyasını tehdit ve düşman konumuna getirdiler. Bu acımasız kampanya, Filistin’de, Bosna Hersek’te, Çeçenistan’da, Kosova’da, Somali’de, Arakan’da, Afganistan’da, Irak’ta, Yemen’de, Libya’da, Mısır’da, Suriye’de milyonlarca Müslümanların ölümüne, yaralanmasına, ülkelerin yıkılıp parçalanmasına sebep oldu. Emperyalist ülkeler adeta 1916’da Ortadoğu’da Osmanlı topraklarını pay edip parçalayan Sykes-Picot Anlaşmasının 100 yıl sonra ikinci versiyonunu uyguluyorlar.
Bu gerçeklerin ışığında, halkının yüzde 99’u Müslüman olan, yukarıda belirtilen mazlum coğrafyadaki ülkelerle ve onların halklarıyla tarihi, dini, kültürel, ekonomik bağları olan Türkiye’nin dış politikadaki tutum ve uygulamalarında da çok önemli değişimler ve gelişmeler yaşanmaya başladı. Ne NATO ve batı dünyası ile askeri ve siyasi ittifak, ne ABD ile stratejik ortaklık ve müttefik olma ilişkileri, ne de Avrupa Birliği ile katılım müzakereleri yürüten aday ülke konumu, artık eski konumlarında değildir.
Devamı Derin Ekonomi Kasım 2017 sayısında …