Her ay makale yazmaya oturduğumda, dünyadaki haberlerin altında ezildiğimi hissediyorum. Uzmanlık alanım olan dış politika ve uluslararası ilişkilerde, üzerine yorum ve değerlendirme yapabileceğim her türden olası gelişmenin sınırı yok. Hangi konu üzerinde yoğunlaşılması gerektiğine karar vermek oldukça zor olduğu için, başlamak her zaman bir mücadeledir. Bu karar alındıktan sonra, konuya nasıl yaklaşılacağı ise bir başka mücadeledir.
Bu ay, bu saygın dergide savunmakta olduğum kurallara dayalı liberal düzen hakkındaki yorumumu sürdürmeyi düşündüm. Bu konuda yazmamın ise basit bir nedeni var: Oyunun kuralları konusunda aramızda bir fikir birliği olmasaydı, bütün yapı uluslararası ilişkiler, toplumlarımız ve kendimiz için korkunç sonuçlar doğuracak şekilde parçalanırdı.
Nisan ayının sonlarında Atlantik Konseyi’nin kurallara dayalı dünya düzeninin kaderi ve Türkiye’nin bundaki rolü hakkında İstanbul’da düzenlenen ilginç bir münazaraya katıldım. Aralarında eski İspanyol dışişleri bakanı, eski bir Amerikan Büyükelçisi ve seçkin bir Türk akademisyenin de bulunduğu konuşmacılar sunumlarında ve kendi aralarındaki tartışmalarda mükemmeldi. Varılan ortak kanı ise kurallara dayalı düzenin savunmaya değer olduğu ve Türkiye’nin de, her ne kadar NATO yükümlülükleri ve Rusya arasında bir denge kurması da gerekse, burada bir rol oynamasıydı. Bir diğer fikir birliği ise, Rusya ve Çin’in hangisinin daha büyük tehlike olduğu konusunda bir anlaşmazlık olmasına rağmen, bu konuda başlıca tehdidinin bu iki ülke olduğuydu.
Ve daha sonra tartışma aralarında yabancı diplomatlar, kıdemli emekli Türk diplomatlar ve bir grup dış politika uzmanının da bulunduğu seçkin dinleyicileri kapsayacak şekilde başlatıldığında, her şey tersine döndü. Peki neden? Çünkü emekli bir diplomat, bir takım AB üyesi ülkeyi Müslümanların kendi dinlerini yaşamalarına izin vermeme konusunda suçlamaya başlayınca içgüdüsel suçlama oyunu başlamış oldu. Dahası, Yunanistan’da hiç cami olmadığını söylenecek kadar ileri gitti. Avrupa’nın çok kültürlülük pratiğine inanmadığı için tüm kültürlerin barış içinde yaşadığı İstanbul gibi şehirlerinin olmadığını söyledi. Buna öfkelenen eski İspanyol dışişleri bakanı, herkesin dinini yaşama özgürlüğü ve hakkının AB ve üye devletleri içinde korunup savunduğu için duyduğu şeyin doğru olmadığını söyleyerek sert bir şekilde tepki gösterdi. Aslında, Avrupa değerlerinin ve normlarının 1948’de Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nden kaynaklanmakta olup, aralarındaki en önemli fark sırf niyet ifadesinden ziyade uygulanabilir olmalarıdır.
Devamı Derin Ekonomi Mayıs 2018 sayısında …