Doğrusu Donald Trump, iktidara gelmek için sarf ettiği “America First” konulu ABD’yi dünyaya önceleyen politika vaatlerini ara seçimlere kalan süre daraldıkça giderek daha hızlı hayata geçiriyor. En evvel hamleler arasında gelen Trans-Pasifik Ortaklığı TPP’den çıkılan o zamanlardan bu yana dünyanın önce şaşkınlıkla izlediği süreç, gelinen noktada en şaşılacak gelişmelere dahi “Trump normali” gözüyle bakılmasını beraberinde getirdi. Bunun en son örneğine ise, Haziran ayında Kanada’da gerçekleştirilen G7 Zirvesi’nde şahit olduk.
ABD’nin ticaret korumacılığına dair yaklaşımını G7 öncesinde açıkça eleştiren gelişmiş ülke kulübü liderleri ortak menfaatleri benimsemeyen bir sonuç bildirgesi istediklerini ve aksi halde rest çekeceklerini belirtmişken, zirve Trump’ın erken ayrılarak neticelere imza atmadığı bir halde sona erdi. Batı müttefikliğinin geldiği yeni noktayı gösteren bu gelişme, yakın tarihte ABD’nin kendini geri çektiği Paris İklim Anlaşması’nın da izlerini böylece güçlendirmiş oldu. Üstelik yakın tarihte vuku bulan ve İran Nükleer Anlaşması (JCPOA) ile bunun bölgesel ve küresel getirilerini çöpe atan Trump kararının yankıları hala canlıyken… Güven ve barışla olduğu kadar ekonomik saiklerle de çeşitli açılardan önem taşıyan JCPOA gibi kritik bir anlaşmanın çok taraflı kimliğinin hiçe sayılması, elbette küresel aktörler tarafından kolay hazmedilecek bir durum değil.
Öte yandan ekonomi penceresini bulandıran bir diğer Trump aksiyonu olan korumacılık da, -G7 satırlarında değindiğim üzere- müttefikler de dahil birçok ülkenin tepkisini çekmeye devam ediyor. Örneğin Avrupa Birliği’nin metale gelen gümrük vergilerine yaptığı itirazlara çekilen duyarsızlık duvarı, misilleme davranışını ister istemez tetikliyor. Keza Trump yönetiminin Çin özelinde verdiği korumacı içerikteki kararlar da, dünyanın ticaret savaşları endişesini enikonu artırıyor. Zira geçtiğimiz haftalarda şahit olduğumuz üzere, “misillemeye de misilleme” ile zincirleme bir hal alan bir riskten bahsediyoruz.
Devamı Derin Ekonomi Temmuz 2018 sayısında …