Eylül ayında Çek Cumhuriyeti’nin başkenti Prag’da önemli bir Uluslararası İlişkiler Konferansı’nda akademik bir sunum yapma fırsatım oldu. İlk olarak 1991 yazında gittiğim Prag benim için yabancı bir şehir değil. Şehrin alameti farikası olan Wenceslav Meydanı’nda 1989 Kasım’ında Vlacav Havel Civic Forum hareketinin temsilcisi olarak o dönem iktidarda olan komünist rejime karşı binlerce vatandaşa hitap etmişti. Havel o günkü konuşmasında “Ülkemizi mutlak bir manevi, ahlaki, siyasi, ekonomik ve ekolojik krizin eşiğine getiren eski totaliter yönetim sistemine asla geri dönmeyeceğiz” diyordu. Kitlesel protestolar halinde gerçekleşen bu kadife devrim, Çekoslovakya’da 41 yıllık tek parti yönetimini bitirerek, merkezi olarak planlanan ekonomiden piyasa ekonomisine ve parlamenter cumhuriyetçi bir yönetim sistemine nihai bir geçiş getirmişti. 1993 yılı Ocak ayında, kadife bir ayrılık Çekoslovakya’yı Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olmak üzere iki ülkeye ayrıldı.
Tarihi Moravya, Bohemya ve Çek Silezya bölgelerinden oluşan yaklaşık 10,5 milyonluk nüfusa sahip Çek Cumhuriyeti, Soğuk Savaşın çalkantılı zamanlarının sona ermesinden bu yana sürüp gidiyor. 1999’da NATO’ya ve 2004’te Avrupa Birliği’ne katıldı. Bu nedenle, hem sınırlarının Çeklerin geleneksel olarak vatanları saydığı bölgeyi kapsaması, hem de kurulduğu 1918’den 1938’deki Nazi işgaline kadar devam eden süreçte Çekoslovakya’nın bir demokrasi olması gerçeklerinden dolayı ulusal bir kimlik oluşturma fikrini benimsedi.
Prag’a bu kez gidişimde bu ülkenin kendi ulusal söyleminin başka bir bileşeninin, demokrasinin niteliğinin ve Avrupa’daki yerinin anti-komünist bakış açısı olduğunu fark ettim. Her biri, komünizmin Çeklere yabancı olduğu ve bu ideolojinin dışardan ve kendi içlerinde amaçları sadece Moskova’nın boyunduruğunda olan Komünist Parti’nin ve kendilerinin çıkarları doğrultusunda toplumun genelinin zararına olan totaliter devleti sürdüren yardakçı ideologlar tarafından empoze edildiği fikrini benimsemede etkili olan Komünizm Müzesi, Soğuk Savaş Müzesi ve Komünizm Kurbanları Anıtı’nı ziyaret etme fırsatım oldu. Komünizmin Kurbanları Anıtı’nda şöyle bir ifade yer alıyor: “Komünizmin kurbanlarına yapılan anıt, yalnızca hapse atılan veya idam edilenlerin değil, aynı zamanda yaşamları totaliter despotizm tarafından mahvedilen tüm kurbanlara adanmıştır.”
Devamı Derin Ekonomi Ekim 2018 sayısında …