Her yılın sonunda ve her yeni yılın başında olduğu gibi, geçmiş yılda neler olduğuna ve yeni yılda neler olacağına dair düşüncelerimizi etraflıca değerlendirmenin zamanı geldi. Belirsizliğin dünyanın durumuna dair varsayımları gittikçe farklılaştıracak derecede şiddetli olması ve dünyayı birbirine bağlayan birleştirici unsurların gittikçe ayrılmasından dolayı 2018 çok iyi bir yıl olmadı. Bu durum ülkesel ve bölgesel düzeyde olduğu gibi, Avrupa ve tüm dünya için de geçerli oldu. Yıl ilerledikçe, dünya düzeninin çözülmesi, ABD Başkanı Donald Trump’ın Afganistan’daki Amerikan birliklerinin sayısını önemli ölçüde azaltma ve Suriye’den binlerce Amerikan askerinin çekilmesini hızlandırma kararıyla ivme kazandı.
Bu karardan kısa veya orta vadede kimin fayda sağlayacağı tartışması bir yana, düşünülmesi gereken söz konusu kararın uzun vadedeki önemidir. Mayıs ayında Trump, ABD’nin İran, Çin ve AB ile yıllarca süren müzakerelerin ardından büyük bir titizlikle imzaladığı İran nükleer anlaşmasından çekileceğini açıkladı. Ağustos ayında ise ABD, söz konusu nükleer anlaşmanın bir parçası olarak kaldırılan İran’a yönelik yaptırımları yeniden yürürlüğe koydu. Haziran 2017’de ABD’nin iklim değişikliğine ilişkin 2015 yılında imzalanan Paris Anlaşması’ndan çekilmesi de dahil olmak üzere tüm bu eylemler, ABD’nin dünyanın en büyük, en egemen ve en etkili gücü olarak ulusal siyasetin küresel sorumlulukların önüne geçtiği diğer herhangi bir ülke gibi hareket ettiğini göstermektedir. ABD kendi bölgesine ve iç siyasi çatışmalarına çekilerek, küresel düzenin yönetiminde büyük bir boşluk yaratmıştır. Mevcut durumda bu boşluğu dolduracak ya da onu yönetecek makul kurallar ve normlar yaratmak üzere, benzer fikirlere sahip devletlerden oluşan büyük bir koalisyon oluşturabilecek başka bir küresel güç olmadığı için, koordine ve müzakere edilmeyen eylemler, küresel bir güç boşluğu yaratıyor. Tarihte küresel güçlerin yükselişine ve düşüşüne dair ve bu yükseliş ve düşüşlerin nasıl gerçekleştiğine dair pek çok örnek var.
Büyüme hızı düşerken, AB daha fazla entegrasyona olan elitist yaklaşımı ve kendilerini bu sürecin kaybedenleri olduğunu düşünenlerin yükselen popülist tepkisi arasında giderek artan kopukluktan kaynaklanan bir bataklığa saplanmış görünüyor. Alman Şansölyesi Angela Merkel ve Fransız Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un başını çektiği AB liderliği, Merkel’in Almanya ve Avrupa siyaseti üzerindeki 13 yıllık hakimiyetinin sona erdiğini kabul etmesi ve Macron’un Fransa siyasi ve sosyal ortamında yer edinmek isteyen Sarı Yelekliler hareketine karşı kendi siyasi mücadelesini vermesiyle sıkışmış durumda. Başka bir deyişle, entegrasyon sürecini bir arada tutan toplum sözleşmesi bozulmakta ve özellikle Mayıs 2019’da yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimleri göz önüne alındığında, Avrupa’nın geleceğine dair çekişmeler devam etmektedir.
Devamı Derin Ekonomi Ocak 2019 sayısında …