Yaklaşık 15 gün önce koronavirüs hayatımıza hükmetmeye başladığından beri kendimi uyuşmuş hissediyorum. Türkiye’de yaşayan ve çalışan bir Yunan olarak, son zamanlar benim için her zamankinden daha zor geçiyor. Yunan-Türk kara ve
deniz sınırlarında hala devam etmekte olan gerginlik maalesef iki ülke arasında, hem hükümetler arasındaki, hem de toplumsal düzeydeki güvenin 1999’da yakınlaşma sürecinin başlamasından bu yana tüm zamanların en düşük seviyesinde olduğunu
gösteriyor. Bu yeterince can sıkıcı bir gelişme değilmiş gibi, koronavirüs salgını en azından benim için bugüne kadar yaşadığım tüm tecrübelerden farklı bir gündem oldu.
Çalıştığım üniversitenin erken bahar tatiline girdiği 12 Mart’tan beri İstanbul’daki evimde kendimi izole ediyorum. Bu tarihten birkaç gün sonra okullar ve üniversiteler de resmi olarak kapatıldı. O zamandan beri, yiyecek alışverişi ve zorunlu ihtiyaçlar için en fazla dört kez dışarı çıkmaya cesaret edebildim. Birinci dereceden akrabalarım ve sevdiklerim Yunanistan, İspanya ve
ABD’de yaşadıkları için, koronavirüs haberlerini henüz Türkiye’de manşetlere düşmeden önce takip etmeye başlamıştım.
Eve kapanmadan birkaç hafta önce, işe her zaman yanımda el dezenfektanı ile gidiyordum, ve işte, evde ve bulunduğum
diğer tüm yerlerde bilinçli olarak sürekli ellerimi yıkıyordum. Sonunda, kendimi dış dünyaya kapattım ve ailem, arkadaşlarım ve dünyanın geri kalanıyla telefon, Skype, Messenger, WhatsApp, Facebook ve Twitter üzerinden iletişim kuruyorum.
Devamı Z Raporu Nisan 2020 sayısında…