Afganistan bir zamanlar ‘imparatorluğun mezarlığı’ olarak bilinirdi, şimdi ise aynı tanımlamayı Suriye için yapmakta bir beis yok. 21. yy boyunca ABD askeri olarak Ortadoğu’da varlık göstererek kendini ‘dünyanın jandarması’ olarak lanse etti. Paradoksal olarak Suriye’de bu polisin otoritesi sarsılmış ve tükenişinin başladığı aşikar hale gelmiştir.
Suriye’deki yıllarca süren kararsızlık ve U dönüşleri nedeniyle Washington kendisini uluslararası sahnede bir kenara itilmiş buluyor. Moskova ilk Cenevre barış görüşmeleri sonunda diplomatik liderliği üstlenerek, müttefiki Beşar Esed’in lehine güçlü bir askeri müdahaleye girişti. Putin ile aynı yolu izleyen Çinliler de uzun süredir ilk kez büyük bir uluslararası maceraya atılarak, Moskova ile birlikte Suriye cephesinde askeri ve diplomatik atağa kalkarak, Viyana’daki Suriye barış görüşmelerine katılacağını açıkladı. Cenevre’deki görüşmelerden dışlanan bir başka Esed müttefiki İran ise Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un ısrarıyla müzakere masasına döndü.
Devasa askeri ve güvenlik programları da ABD’yi zayıflatıyor.
Yale Üniversitesi tarihçisi Paul Kennedy’nin Büyük Güçlerin Yükselişi ve Çöküşü adlı eserinde imparatorlukların hangi ekonomik ve politik koşullar nedeniyle çözüldüğünü anlatır. Bunların çoğu bugünkü ABD için geçerli.
Kennedy’nin ilk koşulu dünya çapında artan askeri varlığın getirdiği yıkıcı ekonomik etkilerdir. ABD dünyanın hemen her yerinde askeri üslere sahiptir ve Ortadoğu’da yaklaşık 15 yıldır savaşta olup bunun maliyeti 6 trilyon doları bulmaktadır –ki, ABD’nin dış borcu 18.5 trilyon dolardır ve artmaktadır. Bunun yanı sıra ABD; Afganistan ve Irak’ta savaşı kazanmamış fakat geri çekilmek zorunda kalarak arkasında eşi benzeri görülmemiş bir kaos ve güvenlik boşluğu bırakarak bunun radikal gruplar tarafından doldurulmasına zemin hazırlamıştır. Aynı şey 2011 yılında ABD’nin lider rol oynadığı Libya müdahalesinde de geçerlidir.
Amerikan askeri varlığı da aşırı yayılmış ve yorgun durumda. Afganistan ve Irak’tan toplam 500 bin gazi ve 236 bin post-travmatik stres bozukluğu vakası var.
Başkan Obama ve Amerikan kamuoyunun büyük çoğunluğunun neden Suriye’ye birlik göndermek istemediğini anlamak kolay. Ne yazık ki bunu yapmamak kapıları Rusya’ya sonuna kadar açmayı getirdi ve Moskova hem diplomatik, hem de askeri olarak Suriye’de hakim konumda. Rusya’nın Suriye’de devreye girmesi dikkatlice planlanıp hesaplanan bir hareket ve Putin’in olaya kazanmak amacıyla dahil olmasıyla birlikte cihatçıların artık Washington’dan çok Moskova’dan korkmaları için sebep çok.
Kennedy’nin tezine dönersek eğer, ikinci koşul ise sürdürülemez iç güvenlik harcamaları artışı. 11 Eylül’den bu yana ABD iç güvenlik için 635.9 milyar dolar harcadı ve savunma ile iç güvenlik şemsiyesi altında toplam 7.6 trilyon dolar çeşitli departmanlara dağıtıldı.
Kennedy’nin üçüncü koşulu ise diğer güçlerden gelen ticari rekabeti küçümsemek olarak tarif eder. Burada ABD, başını Çin’in çektiği BRICS ülkelerinin (Brezilya, Rusya, Hindistan Çin, Güney Afrika) yükselişiyle karşı karşıyadır. Halihazırda resesyon nedeniyle devasa bir borç yükü ve sıfır büyüme ile karşı karşıya olsa da 2030 yılında Çin ekonomisi ABD’nin iki katı olacaktır. Kısa vadecilik ve miyopi ABD’nin beyaz yaka işlerini daha ucuz olduğu için BRICS ülkelerine kaydırmasına yol açmış ve bunun sonucu olarak ABD’deki orta sınıf küçülüp eğitim standartları düşerken, rakibi olan diğerlerinde tam tersi olmuştur.
İmparatorluklar çökerken önce eski dostlar sırtını döner. Washington’ın en yakın ve en güvenilir müttefiki, İngiltere’nin muhafazakar Başbakanı David Cameron geçen ay başında Londra’da ağırladığı Pekin’in Komünist Lideri Şi Cinping, Buckingham Sarayı’nda kraliçenin konuğu oldu. Cameron ağzı kulaklarında verdiği demeçte İngiltere’nin Çin’in Batı’daki en güvenilir dostu olduğunu söyledi. İngiltere daha önce de ABD’nin IMF ve Dünya Bankası’na alternatif olması nedeniyle şiddetle karşı çıktığı Asya Altyapı Kalkınma Yatırım Bankası’na (AIIB) katılan ilk Batılı ülke olmuştu. Ayrıca bu banka doların küresel para birimi olmasına karşı bir tehdit de içeriyor. Londra ve Washington arasındaki bu anlaşmazlık 1944’teki John Maynard Keynes ve Deter White arasında dünya ekonomisinin geleceğine ilişkin tartışmanın yaşandığı Bretton Woods konferansından bu yana gözlenen ilk fikir ayrılığına işaret ediyor. Aralarında Fransa ve Almanya’nın da olduğu 30 kadar batılı ülke de Cameron’ı takip ederek AIIB’ye katılarak Beyaz Saray’ı şaşkınlık içinde bıraktı.
Eğer Kennedy’nin teorisi doğru ise ABD çökmekte olan bir imparatorluğun tüm koşullarına sahip ve kaçınılmaz olarak çözülecek. Suriye için ise Obama’nın Esed gitmeli tezinden sessiz bir şekilde vazgeçiliyor. Esed’in güçlü müttefikleri onu diplomatik olarak devre dışı bırakmış durumda ve yeni global paradigma yıkılmış Suriye’nin ve acı çekmiş insanlarının üzerinde yükseliyor.