Özellikle dış politika açısından büyük ölçüde Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’deki gelişmelere odaklanmış olsak da, bu yazımda Karadeniz bölgesindeki gidişatı ele almak istiyorum. Haziran ayında Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Avrupa Çalışmaları Merkezi tarafından düzenlenen ve Karadeniz’in güvenliği konusunda uzmanlarla birlikte moderatörlüğünü yaptığım bir web semineri, özellikle Moskova ve Ankara arasındaki ve genel olarak Batı ve Rusya arasındaki zayıf güç dengesinin Rusya’ya doğru kaydığını göstermesi açısından önemliydi. Zira pek çok nedeni olan bu kayış, İkinci Dünya Savaşı’nın sonundan bu yana zamana yenik düşen kurallara dayalı uluslararası düzenin genel çöküşünü de yansıtıyor.
Rusya’nın Mart 2014’te Kırım’ı ilhak etmesi sonucunda üç farklı durum ortaya çıktı. Birincisi, bölgenin aşırı derecede militerize edilmesiyle birlikte, uluslararası hukukun kuralları, normları ve ilkelerinin ihlal edilmesi oldu. İkincisi, ABD’nin bölge ülkelerinin çoğunun istediği dengeleyici askeri rolü oynamamış olması ve üçüncüsü, hamlenin yalnızca askeri nitelikte değil, aynı zamanda oldukça karmaşık ve dezenformasyon niteliğinde olmasıdır.
Bu nedenle Kırım’ın ilhakı başta Rusya olmak üzere Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerin deniz kuvvetleri ve deniz stratejileri açısından daha büyük bir rol oynaması ve bölgeyi sıkı bir güvenlik perspektifiyle ele alma ihtiyacına işaret ediyordu. Aynı şey bu ülkelerinin ordularının işlevi ve kapasitesi için de geçerliydi. Sonuç olarak, Soğuk Savaş’ın sonundan bu yana bölgeyi şekillendiren bölgesel kolektif güvenlik girişimleri ve platformları güçlerini kaybetti. Dolayısıyla İstanbul ve Çanakkale boğazlarında deniz trafiğini düzenleyen Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin önemi de artmış oldu.
Rusya’nın meydan okuması durduk yerde ortaya çıkmadı. Ağustos 2008’de Rusya ve Gürcistan arasındaki beş günlük savaş esasında değişen dinamiklerin habercisi olmuştu. Sonuç olarak Gürcistan, Rus destekli Abhazya ve Güney Osetya cumhuriyetlerinin oluşmasıyla topraklarının yüzde 30’u üzerindeki kontrolünü kaybetti. O sırada Rusya’nın başını çektiği saldırıya verilen zayıf uluslararası tepki, Moskova’nın daha da cesaretlenmesine katkı sağladı. Rusya’nın Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki Dağlık Karabağ çatışmasına ya da Transdinyester’in Moldova’da bağımsızlığını ilan etmesi gibi bir dizi olaya doğrudan ya da dolaylı olarak dahil olması ve Donets’te yavaş yavaş büyüyen çatışmayla birlikte Ukrayna’nın egemenliğini zayıflatma girişimi değişmekte olan güç dengesinin bir göstergesidir.
Devamı Z Raporu Temmuz 2020 sayısında…