Kimin hikayeleri anlatılıyorsa muktedir odur

Dünya tarihi bir eşikten geçiyor, eski düzen tüm kurumlarıyla sarsılıyor, yeni bir düzen kurulması ise acil bir ihtiyaç olarak önümüzde duruyor. Yeni düzenin hangi parametrelere göre şekilleneceği henüz çok net olmasa da, elimizde birtakım ipuçları da mevcut.
Her şeyden önce, yeni düzenin kurucu aktörlerinin devletlerden ibaret olmayacağı açık. Geleceğin dünyasını biraz da, ekonomik olarak artık orta boy devlet ebatlarına ulaşmış şirketler şekillendirecek gibi görünüyor. Bunun en ilginç tezahürlerinden birine yakın zamanda şahit olduk. Elinde büyük bir finansal güç bulunduran global eticaret devi Alibaba’nın patronu Jack Ma, yeni sinema projelerinde birlikte çalışmak üzere dünyaca ünlü yönetmen ve yapımcı Steven Spielberg’le geniş çaplı bir işbirliği anlaşması imzaladı.
Çin ile ABD arasında geleceğin dünya liderliği için verilen mücadele herkesin malumu. Yeni dünya dengesi büyük ölçüde, şu anda Pasifik’te verilen bu güç mücadelesiyle şekilleniyor. Ancak bu mücadele, iki tarafın birbirinden neredeyse tümüyle yalıtılmış bloklara ayrıldığı eski tarz bir şablon içinde değil, aksine büyüklü küçüklü pek çok siyasi ve ekonomik aktörün işbirliği yaptığı veya çatıştığı bir çerçeve içinde şekilleniyor.
Şirketler ve bireyler arasındaki bu global işbirlikleri, gittikçe yaygınlaşan bir çağ gerçeği olarak önümüzde duruyor. Ülkemizin yeni global güç denkleminde ve uluslararası işbölümü çerçevesinde nerede durması ve ne yapması gerektiğine ilişkin politikalar geliştirirken, bu belirleyici gerçeği hiçbir şekilde göz ardı etmememiz gerekiyor.
KÜLTÜREL GÜÇ, KALICI GÜÇ
Jack Ma-Steven Spielberg işbirliği, yeni kurulmakta olan dünyanın nasıl bir yer olacağı, esas katma değerin nereden elde edileceği konusunda da enteresan ipuçları sunuyor. Evet, Çin ekonomik, askeri ve siyasi bir güç olarak durdurulamaz bir ivmeyle yükseliyor, imal ettiği mallar dünyanın dört bir yanında satılıyor, elinde devasa dış ticaret fazlasından kaynaklanan büyük bir finansal güç var belki ama, tüm dünyaya satabileceği ve dünyanın her yerinde müşteri bulabilecek hikayeleri yok henüz. Ma-Spielberg örneğinde de görüldüğü gibi, elindeki büyük finansal güçle sinema endüstrisine yatırım yapmak istediğinde, öncelikle Amerikan hikaye anlatıcılarına ya da Amerikan hikayelerine yöneliyor.
Bu gerçek, çok yakın bir gelecekte Çin dünyanın bir numaralı ekonomisine dönüştüğünde bile, ABD’nin küresel kültürel hakimiyetinin bir süre daha devam edeceğine işaret ediyor. Günümüzde yükselen yeni güçler, hikayelerini dünya çapındaki kitlelere bir ölçüde eriştirebiliyorlar belki ama (yakın zamanda Türkiye’yi de ziyaret eden Aamir Khan bunun çok başarılı bir örneği), Amerikan hikaye anlatıcılarının etki ve erişim gücüne henüz erişmiş değiller.
Benzer bir süreci 20. yüzyılın başında ekonomik, askeri ve siyasi bir güç olarak hızla yükselen, iki dünya savaşından sonra hakimiyetini tüm dünyaya kabul ettiren ABD de yaşadı aslında. Amerika ekonomik ve askeri gücüyle büyük bir dünya hakimiyeti kurabiliyordu belki ama iş kültür endüstrisine geldiğinde dönüp Avrupa’nın, özellikle de Anglo-Sakson geleneğin hikaye müktesebatına yöneliyordu.
ABD son yüz yıldır tıkır tıkır işleyen dev kültür endüstrisiyle, başka bir deyişle sinemasıyla, televizyon dizileriyle, müziğiyle, oyunlarıyla ve hatta edebiyatıyla, dünyanın her tarafında alıcı bulabilen bir hikaye külliyatı yaratmayı başardı, Avrupa’yla arasındaki mesafeyi kapattı, hatta öne geçti.
Türkiye, hem devlet olarak hem de girişimciler düzeyinde uluslararası işbölümünde kendisine kalıcı bir yer edinmek istiyorsa, başvuracağı en etkili enstrümanlardan biri, ülkemizin kültür endüstrisi olacaktır. Bu endüstrinin sahip olduğu potansiyelin son yıllarda çeşitli diziler yoluyla hayata geçtiğini, dünyanın farklı coğrafyalarındaki farklı insanlara kolayca hitap edebildiğini pek çok başarı hikayesiyle tecrübe ettik. Bu konuda kendimize güvenmek için elimizde çok neden var.
Kültür endüstrimizi güçlendirmek, hikayelerimizi tüm dünya insanlarına anlatabilmek için, her şeyden önce ulaşmak istediğimiz o insanlara da cazip gelecek bir hayat tarzı inşa etmemiz veya mevcut hayat tarzımız içindeki değerleri ihya ve muhafaza etmemiz gerekiyor.
ABD’nin dünya çapındaki kültür hegemonyası biraz da bundan kaynaklanıyor. Amerika şehirleriyle, refahıyla, vatandaşlarına sunduğu hürriyet ve güvenceyle, dünyanın dört bir tarafındaki insanlara cazip gelen bir hayat tarzı sunuyor. Bu hayat tarzının cazibesi içinden çıkan hikayelerin de ilgi çekici olmasını sağlıyor. Amerikan markalarının dünya çapında sahip olduğu güç de, bu hayat tarzının bir parçası olmalarından kaynaklanıyor esasen.

Dikkat çekenler...