Ortadoğu’daki siyasi altüst oluş ve kendine verdiği isimle İslam Devleti’nin (IŞİD) sahneye çıkışı, bölgede ekonomik olduğu kadar siyasi sonuçlar da doğuracak beklenmedik ittifaklar dayatıyor. İki yıl önce Washington’ın İran’a her an askeri harekât yapması beklenirken 2013 Kasım ayından bu yana Başkan Obama 5+1 ülkelerinin önüne düşmüş, Batı merkezli yaptırımların kaldırılması karşılığında Tahran’ın nükleer kapasitesinin sınırlandırılmasına yönelik bir anlaşma yapmaya çalışıyor.
Geçmişin rakipleri ve en büyük petrol üreticileri olan Suudi Arabistan ile Rusya arasında son zamanlarda görülen flört havası da aynı şekilde beklenen bir şey değildi. Suudi Savunma Bakanı Muhammed bin Salman, Moskova’da Başkan Putin’i ziyaret ederek 10 milyar dolarlık yatırım ve silah anlaşması imzaladı. Anlaşma, Riyad’a Rus nükleer teknolojisi verilmesini de içeriyor.
Suudiler, Washington’ın Tahran’la yakınlaşmasından ve bunun sonucunda İran destekli Husi devrimine karşı Yemen’de giriştikleri askeri macera konusunda ABD’den yeterli yardım ve destek alamamaktan derin bir kızgınlık duyuyor. Riyad, silah ve süper devlet koruması ihtiyacı açısından Washington’a mecbur olmadığını göstermek istiyor. Rusya açısındansa Suudi Arabistan’ın geniş mali kaynaklarına erişim sağlayan bu yakınlaşma, Ukrayna’ya müdahalesi sonucunda konulan yaptırımların etkisinin azaltılması için önemli.
Prens Salman’ın Rusya ziyareti, Ortadoğu politikasında bir dönüm noktası olacaktır. Uzun zamandır bölgenin dengesi Şiilere karşı Sünniler paradigması üzerinde kurulmuştu. ABD ve Avrupa’nın desteğini alan Sünni blokun (Körfez ülkeleri, Ürdün ve Türkiye) önderliğini Suudi Arabistan, Rusya ve ortada daha az görünen Çin destekli Şiilerin (Suriye, Irak, Hizbullah) liderliğini ise İran yapıyordu.
Bu siyasi yapı Suriye’de iç savaşın ilk dönemlerinde devam etse de IŞİD’in ortaya çıkmasıyla birlikte geleneksel olarak aşırı Sünni grupları destekleyen (ya da en azından karşı çıkmayan) Suudiler ve Körfez ülkeleri, kendilerini hayli zor bir durumda buldular. İslam dünyasının liderliğini Suudi rejiminin elinden zorla alma hedefini açıklamış olan bu yeni oluşum giderek güçleniyordu. İslam Devleti, Suudi Arabistan ile Kuveyt’te gerçekleştirdiği ve birçok gözlemcinin bundan sonrakinin Bahreyn’de olmasından korktuğu saldırılarla, Körfez’i vurma kapasitesine sahip olduğunu gösterdi.
Suudi Arabistan’ın bölgesel rakipleri Suriye ve Irak’ın kalbine kolayca yerleşen IŞİD, ancak bölgesel güçlerin bu iki ülkenin hükümetleri ve ordularıyla işbirliği yapması halinde etkin biçimde zayıflatılabilir. Halbuki Suudi Arabistan’ın Esad gitmeli ısrarı ile Körfez ülkelerinin Suriyeli muhaliflere verdiği destek, böylesi bir işbirliğini imkânsız hale getiriyor. Dolayısıyla bugüne dek “Hilafet” ordusuna karşı ne yapılabildiyse, bunu Hizbullah, (İran askeri personelinin desteği ve sahada verdiği danışmanlıkla) Iraklı Şii milisler, silahlı Kürt gruplar ve Suriye Ordusu yaptı.
Esad rejiminin yüksek sesli diğer karşıtı Türkiye de IŞİD’in doğrudan tehdidi altında. Tunus’taki plaj saldırısından sonra, yıllık 30 milyar dolar getiren turizm sektörünün önemli tatil beldelerinin ve simgesel önem taşıyan yerlerin IŞİD tarafından vurulma tehdidi nedeniyle Türkiye de endişe yaşıyor.
IŞİD’in gelişmesine engel olmak için bölge ülkelerinin (muhtemelen geçici mantık evlilikleri şeklinde) birlik olması gerektiğine dair yeni bir resim gözlerimizin önünde yavaş yavaş belirginleşiyor.
En büyük çöpçatan olarak da Başkan Putin karşımıza çıkmaya başlıyor. Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim, Temmuz ayı başlarında Rus mevkidaşı Sergey Lavrov ve Putin’le görüşmek üzere Moskova’ya gitti. Putin basına yaptığı açıklamada Esad rejimine yönelik desteğini yineledi ve IŞİD’e karşı savaşla güçlü bir şekilde bağlantılandırdı. Putin ayrıca bölgenin tüm aktörlerinin “bu şer güce” karşı savaşmak üzere “kuvvetlerini aynı havuzda toplamaları” gerektiği uyarısında bulundu.
Putin’in vizyonu, Suriye Devlet Başkanı Esad’a karşı yürüttükleri harekâta son verecek olan Suudi Arabistan ile Türkiye’nin, Ürdün ve Suriye rejimiyle birlikte IŞİD’e karşı “dörtlü” oluşturmasını öngörüyor. Çok yakın zaman öncesine kadar böylesi bir öneri, akla bile getirilemezdi. Suudi Arabistan’ın Petrol İhraç Eden Ülkeler Teşkilatı’na (OPEC) uyguladığı strateji, petrol üretiminin yüksek seviyede devam ederek fiyatın düşmesini içeriyor. Böylece Suudiler en büyük rakipleri olan İran ve Rusya’ya zarar vermek şeklindeki siyasi hedeflerini hayata geçirmiş oluyorlar. Üstelik bu iki ülke Batı tarafından yaptırımlara tabi tutulduğu için petrol gelirine fena halde muhtaç durumda.
Buna rağmen Putin’in girişiminin doğru yolda olmadığını düşünmek için bir neden bulunmuyor. Suudiler bu öneriye olumlu sesler çıkartıp pozitif jestler yaparken Ürdün ve Türkiye’den de red cevabı gelmedi.
Rus haber ajansı konu üzerindeki ilk görüşmelerin verimli geçtiğini bildirdi. Belli ki ana oyuncularla (Riyad, Ankara ve Amman) ön görüşmeler yapılmış. Muallim, IŞİD’e karşı işbirliğine yönelik müzakereleri başlatmak üzere resmi taleplerin gelmesinden önce değil, sonra Moskova’ya çağrılmış gibi görünüyor. Suudi hanedanına yakın kaynaklarımızın bildirdiğine göre gerçekten de Riyad, Şam ile arasında bir iletişim kanalı oluşturması amacıyla Moskova’ya yaklaşmış durumda.
Sonuç itibariyle bu çelişkiler mevsiminde eski düşmanların kısa sürede aynı siperde birlikte savaşır hale geldiğini ve Ortadoğu’nun son çağlarda gördüğü en kanlı mezhep düşmanlığının, bölge ülkeleri arasında beraberlik ve işbirliğine neden olduğunu görmek, şaşırtıcı olmayacaktır.