Temmuz ayının başında Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde profesörlüğe terfi ettirildim. Karışık duygular içindeyim. Bir yandan, bir Türk üniversitesindeki ilk Yunanlı Uluslararası İlişkiler profesörü olarak başarımdan büyük mutluluk duyarken, diğer yandan bunun Yunanistan ile Türkiye arasında yakınlaşma sürecinin sonuna ve bir gerginlik ve yoğun güvensizlik döneminin başlangıcına işaret eden bir belirsizlik ortamında, ve Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi kararının endişelerimin arttığı bir zamanda gerçekleşmiş olmasından dolayı kendimi garip hissediyorum.
Türkiye’de öğretim üyesi olarak çalıştığım yaklaşık on yıllık dönem bana çok şey öğretti. Bunların başında, bilimsel bilgi ve eğitimin, en azından Eylül 2010’dan beri profesyonel yuvam olan özel üniversitede sınır tanımadığı ve hiçbir ayrıma mahal vermediği geliyor. Burada öğretim üyelerinin öğretim, araştırma ve yayınları yıllık olarak değerlendirilmekte, sonuca göre sözleşmeler yenilenmekte ve yıllık ücret artışı yapılmaktadır. Başka bir deyişle, yönetim gücünün, yetenek ve kişilerin bireysel üstünlüğüne yani liyakata dayandığı yönetim biçimi (meritokrasi) norm olarak kabul edilmekte ve buna göre karşılık verilmektedir. Ayrıca, yurt dışından öğrencileri ve akademisyenleri çekmek için yükseköğretimin uluslararasılaşması, birçok Türk üniversitesinin hizmetlerinin kalitesi ve bilimsel katkıları ile rasyonel bir yaklaşıma katkıda bulunmuştur.
Bir dönem öğrencilerin yüzde 10’undan fazlası başta Avrupalılar olmak üzere yurtdışından gelen öğrencilerden oluşuyordu. Ancak Özellikle 2015-2016 yıllarında İstanbul’da yaşanan pek çok ölümcül bombalı terör saldırısının ve 15 Temmuz darbe girişiminin sonucu olarak, yabancı öğrencilerin sayısı önemli ölçüde düşerken, birçok yabancı öğretim üyesi de ülkeyi terk etti. Tüm bunlara rağmen, üniversitelerin uluslararasılaşma ve mükemmellik hedefi en azından şimdilik devam etmektedir.
Devamı Z Raporu Ağustos 2020 sayısında …