Akla gelmeyecek ne varsa 2016’da hepsi oldu neredeyse. Brexit oylaması çıkış istikametini gösterdi. FETÖ 15 Temmuz’da Türkiye’de darbe yapmaya kalktı. Ve de sene başında çoğu yorumcu tarafından siyasi bir şaka olarak görülen Donald Trump Amerika’ya başkan seçildi. (Bu arada bu satırlar yazılırken Avrupa Parlamentosu, AB ile Türkiye arasındaki üyelik müzakerelerinin geçici olarak dondurulmasına ilişkin tasarıyı 37 oya karşı, 479 oyla kabul etti.)
Trump’ın seçilmesi birçokları tarafından öngörülemedi. Piyasalar seçimden bir gün önce bile Clinton’ın seçilmesini fiyatlıyordu. Anket şirketleri ise son yılların en büyük fiyaskolarından birine imza attı.
Aslında bu tahmin başarısızlığına çok da şaşırmamak gerekiyor. Çünkü bütün tarihsel kırılmalar ‘doğaları gereği’ öngörülemezdir. Onları tarihi kırılma yapan da biraz bu öngörülemezlikleridir. Tahminciler eski düzenin aktörleridir, tüm beklentileri, öngörüleri ve hatta ümitleri o düzen içinde şekillenmiştir. Bu düzen içinde yaşayıp düşünürken beklenmeyeni öngörene en iyi ihtimalle kâhin, çoğu zaman da deli denir.
Trump’ın gelişi çoğu tahminci tarafından öngörülmemiş olabilir ancak bulunduğumuz noktadan baktığımızda Trump tarzı bir liderin gelişine işaret eden pek çok emare mevcut aslında. Bu emarelerin ne olduğuna ve Trump’ın seçilmesinin dünya için ne anlama geldiğine yakından bakmakta fayda var.
1. Merkez siyasetin çöküşü: Liberal demokrasi remizi ile ifade edilen merkez siyasetin özellikle Batı ülkelerinde çöküşü aslında yeni bir gelişme değil. Uzun süredir Avrupa ülkelerinden bu gelişmeye delil teşkil eden sayısız haber geliyor. Fransa’da Le Pen’in Ulusal Cephesi’nin üçüncü güç olarak yerini gittikçe sağlamlaştırması; İngiltere’yi Brexit’e taşıyan Boris Johnson ve Britanya Bağımsızlık Partisi lideri Nigel Farage gibi figürlerin yükselmesi; Avusturya aşırı sağının cumhurbaşkanı seçmeye ramak kalacak sıklete erişmesi; Polonya, Macaristan ve Slovakya’da ırkçı siyasi hareketlerin iktidar olması ve soldan olsa da Yunanistan’da Aleksis Çipras liderliğindeki SYRIZA’nın PASOK’u siyaset sahnesinden silmesi hep aynı dinamiğin yansımaları. Trump’ın seçilmesiyle merkez siyasetin çözülme süreci Batı’nın en merkezi ülkesine de sirayet etmiş oldu. Evet, Trump Amerikan merkez siyasetinin iki büyük gücünden biri olan Cumhuriyetçi Parti’den seçildi ama bizzat kendi partisinin bile kabullenmediği, sindiremediği bir adaydı. Avrupa örnekleriyle kıyaslayınca ABD’de siyasetin merkezinin çözülmesinin bile bir merkez partisi bünyesinde gerçekleşmesini ironik bir başarı olarak kaydedebiliriz.
2. Daha ulusalcı bir dünya: Merkez siyasetin çözülmesi, ulusalcılıktan ırkçılığa kadar uzanan ayrımcılık yelpazesinin farklı noktalarına denk düşen aşırılık siyasetlerinin yükselmesini beraberinde getirdi. Özellikle gelişmiş Batılı ülke vatandaşları şehirlerinde, sokaklarında kendilerinden farklı kimseyi görmek istemiyorlar. Bu ruh hali ise islamofobiadan mültecilere çelme takmaya kadar sayısız hastalıklı semptomla tezahür ediyor.
3. Orta sınıfların derin krizi: Batılı ülkelerin orta sınıfları uzun süredir yabancı düşmanlığıyla, göçmen karşıtlığıyla gittikçe içine kapanıyor, öfkesini siyaset meydanına taşıyacak delişmen sözcüler arıyordu. Diğer yandan bugüne kadar ‘kaybedenler’ sıfatı çoğunlukla farklı ülkelerin muhtelif renklerdeki ‘zencileri’ için kullanılırken, şimdi bir de ‘beyaz kaybedenlerden’ söz edilmeye başlandı. Bu yeni keşfedilenler aslında mutlak kaybedenler değil, eski güzel günlerini arayan, bugününden fena halde endişe duyan ve en önemlisi artık daha iyi bir gelecek hayali kuramayan, bir anlamda göreli kayıplar yaşayan öfkeli kitleler. Trump ve benzerleri esasen bu kesimlerin sözcüsü.
4. Globalleşmenin başarısızlığı: Batılı orta sınıfların büyük bir ümitsizlikle tecrübe ettiği bu göreli düşüşün sebebi, globalleşmenin yaşadığı dönemsel başarısızlık. Globalleşmenin sona erdiği tarzında iri laflar etmek saçma olur belki ancak en azından birinci globalleşme dalgasının duvara çarptığını da görmek gerekiyor. Globalleşme, Asya’daki büyük ve ucuz iş gücünden yararlanan Batılı üst sınıfları zenginleştirdi ama bu zenginleşme Batılı orta sınıflar için bugününü ve geleceğini kaybetme riski olarak hayata geçti. Kısaca ifade etmek gerekirse globalleşme, Batılı üst sınıfları tarihte görülmemiş düzeyde büyük zenginliğe boğarken Batılı orta sınıflar yerinde saydı, hatta göreli olarak geriledi.
5. Yeni popülizm çağı: Bütün bu nedenlerle doğan Batılı orta sınıfların öfkeli homurdanması, popülist demagojilerle siyaset sahnesine yansıdı. Trump bu demagogların en hat hudut tanımayan, en dilinin kemiği olmayan, en münasebetsiz numunelerinden biri. Büyük hekim Paracelsus “Zehri zehir yapan dozdur” der. Popülizmin vardığı aşırı dozların dünyada yarattığı felaketlerin en büyük şahidi geride bıraktığımız koca 20. yüzyıl. Yükselen yeni popülizm dalgasının dozunun, çökmüş/çözülmüş merkez siyaseti kendine getirmesiyle yetinmesini, yeni aşırılıklara meydan vermemesini umalım.