Türkiye’nin yeniden yükselişi

Küresel piyasalar ile tam entegrasyon sürecinin başla­masından bu yana Türkiye, iki yükseliş dönemi yaşadı. Rahmetli Özal’ın 80’lerin ortasında ön ayak olduğu libe­ralleşmeyle başlayan yükseliş hareketi beş yıl sürdü. Partisinin zayıflamasının ardından girilen koalisyon dönemi, Türkiye’ye 10 yıldan fazla zaman kaybettirdi. Parçalı siyaset anlayışı, Türkiye’yi dışarıdan müdahaleye açık hale getirdi. Ekonomimiz zayıf düştü, insanımız mutsuz oldu. Krizin derinleşmesinde koçbaşı olarak kullanılan ve içleri boşaltılan bankalara el konuldu. Bu bankaların yaklaşık 50 milyar dolarlık batık hesabı millete ödetildi.

28 Şubat darbe sürecinin akıl almaz ithamlarıyla iflasın eşiğine getirilen şirketler, yok pahasına yabancılara satılmak zorunda bırakıldı. Ülkeye yabancı sermaye gelişi kesildiği gibi, yurt dışına kaçan paranın haddi hesabı da yoktu o günlerde. Sonraki yıllarda çıkarılan aflarla Türkiye’ye çekmeye çalışılsa da hala yurt dışında önemli bir Türk sermayesi var.

2001 yılında iyice derinleşen ekonomik kriz Türkiye’yi uçuru­mun kenarına getirdi. Bu durumu fırsat bilen Türkiye düşmanları, terörü yeniden azdırdı. Bugün artçı saldırıları Halkbank davasıyla devam eden ekonomik saldırılarla Türkiye’nin milli şirketlerinin kapısına kilit vurulmak istendi. IMF’in ‘Kemal Derviş Modeli’ ile bize dayattığı, aslında bir müstemleke yönetim biçimiydi. Dönemin gerekçesi, kamu bankaları ve kurumları devletin sırtında yük, ayağında prangaydı. Ve bizden istenilen bir an önce satılma­larıydı. IMF, Stand-by anlaşmalarıyla bize sattığı paraları nere­lerde kullanmamız gerektiğine de kendisi karar vermek istiyordu. Kısacası, 2000’li yılların başında Türkiye, IMF öncülüğünde bir ‘Duyun-u Umumiye’ ile karşı karşıya kaldı. Ankara’ya kurulan fon temsilcileri, müstemleke valisi gibi asıp kesiyorlardı.

Karanlık günlerin bunalım havası fazla sürmedi. Millet ülke­nin dışardan yönetilmesine ‘hayır’ resti çekti. 2002 seçimlerinde ilk kez karşısına çıkan bir siyasi harekete ve onun lideri Recep Tayyip Erdoğan’a ‘evet’ dedi. Tek başına iktidar dönemi başladı. Ancak; 1 Kasım seçimleriyle ülke yönetimini devralan kadro­nun, ‘Türkiye’nin yeniden yükselişini’ uzun süre omuz verece­ğine pek ihtimal verilmiyordu. Tam da burada şunları söylemek lazım. Partisinin kurduğu ilk hükümette yer almasa da Erdoğan ‘devlette süreklilik esastır’ ilkesini unutmadı. İlk önce yarım bıra­kılmış kamu yatırımlarını tamamlaması talimatı verdi. Bolu Tüneli ve Karadeniz Sahilyolu projeleri gibi. Tozlu raflarda kalan, temeli atılıp olduğu yerde bırakılan ne kadar proje varsa, öncelikli olarak tamamlandı.

Devamı Derin Ekonomi Ocak 2018 sayısında …

Dikkat çekenler...