24 Eylül 2017’de yapılan federal seçimlerden sonra Almanya’nın “büyük koalisyonu” kurması yaklaşık altı ay sürdü. 4 Mart 2018’de yapılan İtalya genel seçimlerinde ise hiçbir parti mutlak çoğunluk sağlayamadı. Öte yandan, İspanya’daki kurumsal karmaşa, geçen yıl Katalonya’nın bağımsızlık referandumu sonrasında tırmandı. Avrupa’nın dört bir yanında aşırı sağcı, yabancı düşmanı ve “popülist” partiler yükselirken, İngiltere’nin AB’den ayrılma süreciyle (Brexit) birlikte, bankacıların birliğe karşı muhalefeti belirginleşiyor. Hal böyle olunca, Avrupa kıtasını başka bir kanlı savaştan uzak tutan büyük AB projesinin bugünü ve geleceği konusunda Avrupa vatandaşlarının kafası oldukça karışık. Kalıcı bir barış ortamı oluşturmak AB’nin kurucu babaları olan Robert Schuman, Alcide De Gasperi ve Konrad Adenauer’in yol haritasıydı. Ancak bu isimler bugün sadece pek azımızın hatırında. Peki, Avrupa’da neler oluyor? Esasen, yeni karmaşık sosyo-ekonomik ve politik ortama uymayan ve küresel eğilimlerden fazlasıyla etkilenen liyakatsiz bir ulusal siyasi elit tabaka söz konusu. Zira AB, üye ülke hükümetlerinin kabiliyetlerini azaltıp zayıflatarak onlara etkin yönetim için dar bir alan bıraktı. Üstelik, büyük bir vizyona, büyük bir kültüre ve iç ekonomik krizleri anlamaya ve çözmeye olanak sağlayan geniş bir uluslararası ağa ihtiyaç duyan küresel ekonomik dinamiklerle başa çıkma konusunda fazla karmaşaya yol açtı. Seçilmiş siyasilerin neredeyse hiçbiri bahsettiğimiz bu özellikleri taşımadığı gibi, bir de “yolsuzluk karşıtı” ve yasadışı lobicilik baskısına kolayca boyun eğmeyecek siyasilere ihtiyacımız var. Siyasilerin çoğu ülkelerinde siyasi veya sosyal “aracılar” konumunda iken, seçmenler ise ideolojik saiklerin ötesine geçmiş durumda. Zira artık siyasileri ideolojik yakınlığa göre değil, yönetimin sonuçlarına göre destekleyip desteklemeyeceklerine karar veriyorlar. Bu durum sadece Avrupa, Fransa, Almanya veya İtalya’da değil, tüm dünyada geçerli olan küresel bir trend. Söz gelimi Mısır’da bile, 2013 yazındaki protestolar sırasında ana akımın tavrı oldukça gerçekçi olup, Mısırlılar demokrasi için can atıyordu. Daha sonra, sanki “İslam ve demokrasi bir arada olamaz” dercesine, güç odaklarının müdahalesi bu ruha ihanet etti. İşte bu düpedüz yalan. Zira sıradan halk ve yöneticiler arasındaki mesafe Avrupa’da da gittikçe artıyor.
Devamı Derin Ekonomi Nisan 2018 sayısında …